Yazar

womanlogy

Yazılar

Doğal makyaj temizleyiciler güzelliğine ve cilt sağlığına önem veren kadınların arayışta olduğu bir konudur. Bir çoğumuz makyajlı yatmanın cildimize olan zararlarını biliriz. Sabah olduğunda akan rimeller, ağır bir cilt ile uyanmayı kimse istemez. Zamansızlık, yoğun iş temposu, yorgunluk sebebiyle makyaj çıkarmak çoğu zaman ertelenebiliyor.

Makyaj temizliyiciler olarak geniş yelpazede ürün çeşidi olsa da alternatif doğal yollar da bulunuyor. Makyajı temizlememek cilt gözeneklerini tıkar ve cilt renginin değişmesine, lekeler oluşumuna ve kırışıklığa sebep olur. Özellikle hassas olan göz çevresi makyajını çıkarmak çok önemlidir. Çıkarırken yumuşak yağ bazlı ürünler kullanmak makyajın cildimizi hiç zedelemeden temizlenmesini sağlar. Makyaj temizliği yaparken doğal ve bitkisel özlü ürünler kullanmak cildimizde oluşabilecek yan etkileri de aza indirir. Makyaj temizliği günlük aksatılmaması gereken bir uygulamadır, seçeceğiniz ürün de bu nedenle cilt dostu olmalıdır.  İşte doğal makyaj temizliyiciler:

  1. Acı Badem Sütü: Makyajınızı temizlerken cildinizi onarmaya ve nemlendirmeye de yarayan acı badem sütü ile bir taşla üç kuş vurabilirsiniz. Uygun fiyatı ve bitkisel içeriği sebebiyle çoğu güzellik merkezlerinde kullanılır. Kokusu ile de hoşluk veren badem sütü, tüm gözenekleri temizlemede yeterli olacaktır.
  2. Bebe Yağı: Bebek cildi için üretilen ürünler genelde en doğal ve özenli içeriğe sahip ürünlerdir. En taze cilt olan bebek ciltlerinde yan etki bırakmamak için tasarlanan ürünlerin başında bebe yağları gelir. Bu sefer bebe yağını bir pamuk veya makyaj temizleme pedi yardımıyla cildinize sürebilir ve katılaşmış rimel dahil tüm makyajınızı kolaylıkla temizleyebilirsiniz. 
  3. Hindistan Cevizi Yağı: Mutfaktan kozmetiğe, cilt bakımından saç bakımına bir çok yerde gönül rahatlığı ile kullanabileceğiniz hindistan cevizi yağını makyaj temizliğinde de kullanabilirsiniz. Hoş kokusu size mutluluk hissi verirken, kolayca geçen yoğunluğu yüzünüzde yağlı bir his bırakmadan makyajınızı temizlemeye yarar. Hindistan cevizi yağı ile cildinizi hem temizleyebilir hem de nemlendirebilirsiniz. 
  4. Zeytinyağı: En doğal cilt nemlendiricisi olan zeytin yağını pamuk yadımıyla makyaj temizliğinde de kullanabilirsiniz. Cildinizi bu sayede besleyebilir; katkısız, doğal yolla cildinizi temizlemenin ferahlığını yaşayabilirsiniz. 
  5. Aloe Vera: Bitkilerden cildimize en dost olanı aloe vera, makyaj temizliğinde de yardımcımız. Aloe Vera’ya alerjiniz yok ise cilt renginizi düzenlemek, lekeleri iyileştirmek, nemlendirmek ve göz çevresi kırışıklıklarını azaltmak için kullanmanının yanı sıra makyaj temizliği için de kullanabilirsiniz. Aloe vera özünü kendiniz de çok rahat çıkarabileceğiniz gibi hazır satılan doğal aloe vera içeriklerini de alıp kullanabilirsiniz.

 

Yulaf lapası, yulaf ezmesi son dönemlerde Amerika ve Avrupa’dan sonra bizim de mutfaklarımızda yerini aldı. Özellikle sağlıklı beslenmek, zayıflamak isteyenler ve sporcular tarafından sıkça tercih edilen yulaf; buğday ve arpaya göre daha yeni bir kültür bitkisidir.

Dünyadaki en sağlıklı tahıllar arasında olup, İngilizcede “oatmeal” veya “porridge” diye geçen yulaf, ABD’deki evlerin buzdolabında çoğunlukla karşılaşabileceğimiz bir besin türüdür. Çoğunlukla Kuzey Amerika ve Avrupa’da yetiştirilen bir tahıl çeşididir. Türkiye’de yulaf ise daha çok orta Anadolu’da yetiştirilir.

Yulafın Faydaları

İçindeki lif bakımından oldukça zengin bir karbonhidrat kaynağı olan yulaf birçok mineral ve vitamine sahiptir. Yulafın içindeki çözünür lif beta-glukan sayesinde kan şekerini düşürüp insüline iyi geldiği araştırılmıştır. Bu sayede uzun süre tok tutma özelliğine sahiptir ve kilo kontrolü için uygun bir besindir. İster ara öğün olarak ister ana öğün olarak tüketebilirsiniz. Sağlıklı bir tahıl çeşidi olan yulaf, iyi bir protein kaynağı olup sporcular için de içeriği temiz bir besindir. Yulaf, LDL kötü kolesterolü düşürmeye yardımcı olur ve ayrıca sağlıklı bağırsak hareketlerini destekleyip kabızlığa iyi gelmektedir. Birçok güzel tarifle çeşitlendirip tüketebileceğiniz yulaftan, granola barlar, kekler, kurabiyeler yapıp sağlıklı beslenme planınıza ekleyebilirsiniz.

Yulaf Lapası Tarifi

3 yemek kaşığı yulaf

1 su bardağı süt

1 adet elma

Yarım muz

10 – 15 adet üzüm

3-4 Çilek

Tatlandırmak için bal veya tarçın

Hazırlanışı:

3 yemek kaşığı yulaf ve sütü bir tavada pişirilir ve lapa kıvamına getirilir. İçine isteğe göre tarçın veya bal eklenir. Elma, muz, çilek, üzüm gibi meyveler dilimlenerek veya bütün halde eklenir. Yulaf lapasına fındık, ceviz, badem de çok yakışmaktadır.

 

Kalori ve Besin Değeri:

Yaklaşık yarım bardak yani 40 gram kadar yulafta:

Kalori:140 ,

Yağ:2,5 gr.

Karbonhidrat:28 gr.

Protein:5 gr.

Editör: Canan Çevik

Pek çok anne adayı hamilelik sürecinde mide bulantısı ve kusma sorunuyla karşılaşıyor. Bu durum bazı kadınlarda sadece gebeliğin ilk dönemlerinde görülebilirken, bazen de aylarca sürebiliyor. Yaşam kalitesini de oldukça düşüren bulantı ve kusma problemlerine karşı bazı önemli noktalara dikkat edilmesi gerekiyor. Memorial Şişli Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Op. Dr. Evrim Aksoy, gebelikte görülen mide bulantıları ile ilgili alınabilecek önlemler hakkında bilgi verdi.

Kilo kaybına yol açan kusmalara dikkat!
Gebelikte bulantılar genellikle sabah erken saatlerde görülebilmekte, daha sonra gün içinde normale dönülebilmektedir. Ancak her anne adayının hamilelik süreci farklıdır. Bulantı ve kusmaların günlük hayatı büyük ölçüde etkilemesi durumunda mutlaka doktora danışılmalıdır. Şiddetli kusmalar ise altta yatan ciddi bir probleme işaret edebileceği için detaylı bir araştırma gerektirmektedir. Gün içinde şiddetli kusmalar, anne adayının beslenememesine yol açıyorsa ve kilo kaybı oluşturacak şekilde ise vücuttaki su miktarı azalır. Bu da riskli bir tablo oluşturabilir. Böyle durumlarda anne adayı hastaneye yatırılarak sıvı ve besin takviyesi yapılır.

Bulantılara iyi gelen öneriler:

Bazı önlemlerle gebelikte mide bulantılarını engellemek ya da minimalize etmek mümkün olabilmektedir:

  1. Sık sık ve az az yemek yenmelidir. Bu sayede bulantı ve mide yanmaları azalabilmektedir. Boş mide ise bulantıyı daha çok artırır. Küçük miktarlarda kuru yiyecekler tüketilmelidir.
  2. Mide asidini artıran kızarmış, baharatlı, asidik yemekler bulantıyı ve kusmayı daha da artıracağından tüketilmemelidir.
  3. Gebelikte protein alımı çok önemlidir. Özellikle yumurta, süt ürünleri, fasulye ve tahıl tüketimi artırılmalıdır. Bu besinler aynı zamanda B vitamininden de zengindir.
  4. Yataktan çıktıktan sonra kahvaltı için hemen yemek yerine biraz beklenilmeli ve kraker bisküvi gibi kuru yiyecekler ile başlangıç yapılmalıdır.
  5. Yemek yedikten hemen sonra uzanılmamalı, ayakta zaman geçirilerek yiyeceklerin sindirilmesi kolaylaştırılmalıdır.
  6. Gün içinde hangi saatlerde daha çok bulantı ve kusma yaşandığı not edilmeli, günlük tutulmalıdır. Bu sayede hangi saatlerde daha rahat yemek yenebileceği rahatlıkla bulunabilir.
  7. Öğünler arasında olabildiğince sıvı almaya çalışılmalıdır. Anne adayı, düzenli olarak sıvı aldığından emin olmalıdır. Eğer sıvılar bulantıyı ve kusmayı artırıyorsa buz küpleri önerilebilir.
  8. Olabildiğince dinlenmek ve gevşemek önemlidir. Çalışılıyorsa bir süre izin alınması önerilebilir. Çünkü stres ve yorgunluğun sabah bulantılarını artırdığı bilinmektedir.
  9. Su ya da buzlu çayın içine limon dilimleri atılabilir. Limon kokusu bulantıyı azaltmaktadır.
  10. Sabahları bir çay kaşığı zencefil ve balı karıştırarak tüketmek bulantılara iyi gelebilmektedir.
  11. Demir tabletleri bazen bulantı ve kusmayı artırabilmektedir. Kişi doktoruna danışarak bir süre bu destekleri kullanmaya ara verebilir veya değiştirebilir.
  12. Özellikle B6 vitamini gebelik bulantılarını azaltmaktadır. Daha önceden gebelik multivitamini başlanmışsa bunları aç karnına değil yemeklerle birlikte almak mide rahatsızlıklarını azaltır. Bazı hamileler bu vitaminleri yutamadığı için çiğneme tabletleri ya da vitamin şurupları şeklinde alınabilir.
  13. Aromaterapi ve masaj da sabah bulantıları ve kusmalara iyi gelebilmektedir. Ancak bu konuda mutlaka uzmana danışılmalıdır.
  14. Bu süreçte olumlu düşünmek, paniğe kapılmamak, düzenli olarak yürüyüş yapmak ve temiz hava almak, sevilen insanlarla iyi vakit geçirmek önemlidir. Anne adayları bu sıkıntıların geçici olduğunu düşünerek sakin kalmaya ve bebeğine odaklanmaya özen göstermelidir.

 

 

Egzersiz yaparken hayatımızdaki tüm sorunlardan ya da bizi kötü etkileyen düşüncelerimizden uzaklaşma fırsatı buluruz. Doğru egzersiz hayatımız için disiplin oluşturmakla birlikte kişiyi zinde tutar ve yapılan işe daha çok odaklanmayı sağlar. Bir iş gününde kişinin en ihtiyacı olan şeylerden biri de motivasyondur. “Entegre Antrenman Modellemesi, insan performansının doğru egzersiz ve doğru beslenme planlaması yapıldığı zaman hangi boyutlara ulaşabileceğini kişiye gösteriyor” diyen World Challenge Club Fiziksel Yaşam Koçu Selçuk Değirmenci, doğru egzersiz ve beslenmenin iş hayatına 5 önemli etkisini anlattı:

1-Daha disiplinli bir hayat sağlar!

Dünyamız, günlük alışkanlıklarımız hızlı bir şekilde değişiyor. Bununla beraber bireyler üzerinde oluşan iş yükleri hızla artmaya devam ediyor. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, bir çalışanın günde verimli çalışabildiği zaman dilimi 2 saat. Peki Entegre Antrenman Modeli buna nasıl bir çözüm üretiyor? İnsanoğlu yaratılıştan beri bir makine düzeniyle ritmik olarak bir çalışma ve uyum döngüsü içerisindedir.

Bu döngüyü çalıştıran faktörler

  • Sirkadiyen ritim
  • Endokrin hormonel sistemlerimiz
  • Kardiyovasküler ve pulmoner sistemlerimiz
  • Enerji sistemlerimiz
  • Kas ve merkezi sinir sistemimiz

Entegre Antrenman Modeli bireylere kendi fizyolojik eksikliklerine göre nasıl doğru egzersiz yapması gerektiğini bunu sağlıklı beslenmeyle nasıl destekleyebileceklerini uygulamaları olarak öğreterek kişinin ömür boyun fiziksel kapasitesinin tamamını sağlıklı bir şekilde kullanmasını ve iş yaşantısındaki verimli çalışma saatlerini optimum düzeylere ulaşabilmelerini sağlamaktadır.

2-Hayat kalitenizi artırır

Egzersiz yaparken hayatınızdaki tüm sorunlarınızdan ya da sizi kötü etkileyen düşüncelerinizden uzaklaşma fırsatı bulursunuz. O an sadece zaman ayırdığınız bu hedefe ulaşmanın verdiği mutluluk size yetecektir. Evde, okulda, işte ya da herhangi bir yerde karşılaştığınız sorunlara karşı daha pozitif olmamıza yardımcı olur.

Kişilerin sosyal, iş ve okul yaşantılarındaki stresi yönetebilmeleri tamamen kişilerin hormonal aktivitelerinin doğru olarak devam etmesiyle paralel olarak ilerler. Örneğin kadınların doğum sonrası dönemde daha hassas olmaları veya aşırı şekilde ağırlık antrenmanları yapan bireylerin testesteronun artmasıyla beraber yükselen ego ve sinirli olma halleri.

Entegre Antrenman Modeli hormonel dengesizlikle üzerine sebep sonuç üzerine dayanan kişinin hormonal bozuklukları üzerine geliştirdiği modellemesiyle beraber kişilerin hormonal aktivite düzeylerini normal değerleri arasında kalmasını sağlayarak, kişilerin hem sosyal, iş ve okul hayatlarındaki stresle baş edebilmelerine olanak sağlar. Hem de hormonal olarak sağlıklı olmanın avantajlarını kullanarak yaşam kalitelerini yükseltmeye katkıda bulunur.

3-Ofiste ve evde egzersizi mümkün kılar

İnsanlığın var olmasıyla beraber kişilerin egzersiz ihtiyacı hep günlük hayatımızın rutin içerisinde yer almıştır. Tarih öncesi dönemlerde bu ihtiyaç kişilerin yaşamsal fonksiyonlarını devam ettirebilmelerini adına beslenme ihtiyaçlarını karşılamak için avlanarak, Medeniyetler ilerledikçe tarım yaparak, medeniyetlerinin güvenliğini sağlamak adına kendilerine koruma alanları yaparak mümkün olmuştur. Özellikle 90’lı yıllardan sonra oluşan hareketsiz yaşam sitilleri, bir makine düzeninde çalışan vücudumuz için yeme, içme, solunum yapma, uyuma kadar önemli olan egzersize olan ihtiyaçları da fazlasıyla arttırmıştır.

Bireylerin egzersizi bir zorunluluktan ziyade vücudumuzun ihtiyacı olarak görmeleri onların egzersizi yaşantılarına katmalarına olanak sağlamakta beraber bu ihtiyacı karşılayabilmeleri için günlük rutinleri içine egzersizi alarak ofiste, evde, parkta aklınıza gelebilecek her alanda egzersiz yapabilmelerini mümkün kılar.

4-Motivasyonu ve enerjini artırır

Biz hayatın bütünü bir motivasyon olarak görüyoruz. Baktığınız zaman kişilerin kaybettikleri içerisinde geri alırken en çok zorluk yaşadıkları tek konu sağlıkları. Bu modelleme kişilere sağlıklarını geri kazandırırken 45 günde bunu yapabilen bireylerin başka bir konuda kendilerini motive etmeye ihtiyaçları kalmıyor; Çünkü bunu yapabilen bir birey her şeyi başarabilecek motivasyona sahip olacaktır.

5-Zaman yönetimi ve planlamayı güçlendirir

Bütün fiziksel ve fizyolojik olaylarımızı yöneten vücudun sirkadiyen ritmidir. Fizyolojik olarak çok büyük problemleri olmayan bireyler onun size çizdiği program dahilinde yaşar. Örneğin akşam uykumuzun gelmesi, alarm çalmasa bile alarmdan 1′ önce uyanmamız hep aynı saatlerde acıkmamız hormonal salgılarımızın yükseldiği ve dibe vurduğu saatlerde hep kişiye göre değişmekte olan bu paradöngünün bir sonucudur.

Entegre Antrenman Modeliyle beraber düzene girecek fizyolojik gereksinimleriniz ve sistemle beraber öğreneceğiniz, doğru egzersiz ve sağlıklı beslenme ritmi hayatınız için ajanda görevi yapan sirkadiyen ritmin düzenlenmesinde etkin rol oynayarak siz farkında olmadan hayatınızdaki zaman yönetimini ve planlamayı düzene sokacaktır.

Hayatımıza baktığımız zaman her yaptığımız şey bir mücadele neticesinde kazanılıyor. Entegre Antrenman Modeli’nde sizin sağlıklı ve fit olabilmeniz için bizim size özel olarak açtığımız bir mücadele alanı daha ortaya çıkarıyor. Her antrenmanda size, yapacağınız egzersizi başarı ile sonuçlandırabilmek için bir meydan okuma şansı sunuyor. Ve bu esnada aklınızda, hayalinizde egzersizi başarı ile sonlandırmak dışında bir şey kalmıyor. Entegre antrenman modeli ile beraber kazanacağınız mücadele ruhu ve olabilecek her şeye, sonsuz bir azimle devam edebilmeniz, sizi iş hayatınızda oluşabilecek her türlü zorluğa karşı aynı şekilde meydan okuyarak bu zorlukların üstesinden gelmenize olanak sağlıyor.

Uzun zamandır mahrum kalınan yurtdışı seyahat fırsatları için tek umut önümüzdeki seneki tatilleri değerlendirebilmek. Asla modası geçmeyecek yerlerden biri ise elbette tarihi dokusu ile Fransa. Strazburg ise Fransa’nın doğusu ve Almanya’nın sınırında bulunması ile her iki ülkenin izlerini de içerisinde barındırıyor.

Strazburg, Alsas Bölgesi’nin başkentidir ve gotik mimarisinin örneklerinden olan Victor Hugo’nun ‘dev ve narin harika’ olarak tanımladığı Notre Dame Katedrali’ne ev sahipliği yapmaktadır. Sınır kenti olduğundan Fransa’nın diğer şehirlerine benzemeyip, bir çok kültürün etkilerini yoğun olarak yansıtmaktadır. Unesco Dünya Mirasları listesinde yer alan Strazburg ‘Le Petite France’ yani ‘küçük Fransa’ unvanına sahiptir. Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlamentosu’nu barındırmasına ek olarak Avrupa Birliği’nin en önemli kentleri arasında yer almaktadır.

Notre Dame Katedrali : Fransa’da bulunan dünyaca ünlü, gotik mimari örneği katedral. 1345 yılında açılmış olup, Meryem Ana’ya ithafen isimlendirilmiştir.

Strazburg’a Türkiye’den direkt uçuş olmasa da konumundan dolayı avantajlıdır ve bir çok ülkeden giriş yapmak mümkündür. Hem alman hem fransız kültürünün etkisiyle mutfağının gelişmiş olduğu kentte tadına doyamayacağınız lezzetler mevcuttur. İnce pizza olarak nitelendirilen ‘Tarte Flambee’, şarapta bekletilmiş lahana ‘Choucroute’, fırıncının fırını anlamına gelen ‘Baeckeoffe’ Alsace mutfağının vazgeçilmezlerindendir.

İnce Pizza Tarte Flambee

Noel zamanı tam bir görsel şölen olan şehir Fransa’nın en ünlü noel pazarına sahiptir. Kleber Meydanı’nda bulunan Aubette ise kentin en ünlü alışveriş yeridir.

Editör: Canan Çevik 

Sirkadiyen Ritim Nedir?

Sirkadiyen ritim, 24 saatlik bir döngü içerisinde vücudun düzenini koruyan bir nevi vücut saatidir. Vücudun düzenli işlemesinden sorumlu olan sirkadiyen ritim, hormonların, metabolizmanın ve organların düzenli çalışmasını direkt olarak etkilemer ve vücudu bir takım önemli rahatsızlıklardan uzak tutar.

Sirkadiyen ritimler her insanın vücudu tarafından özel olarak üretilir. Kimilerinin sabah insanı veya akşam insanı olarak bilinmesi de sirkadiyen ritimle ilgilidir. Ritmi kısa olanlar gün ışığıyla beraber güne başlar, uzun ritimli olan kişiler ise daha geç uyanmaya ve akşamları daha aktif olmaya meyillidir. Güneş ışığı, sıcaklık, beslenme, yaş gibi faktörlerin ritmi etkilediği araştırmalar sonucunda ortaya çıkmıştır. Yaş ilerledikçe kilo alımında artış, düzensiz ve az uyku, bağışıklık sisteminin bozulması ve daha pek çok sonuç, sirkadiyen ritmin eskisi gibi çalışmadığını ispatlamaktadır.

Biyolojik Saatimiz/ Kaynak: Vikipedi

Sirkadiyen Ritim Nasıl Bozulur?

  • Saat farkı olan yolculuklar,
  • Vardiyalı çalışmalar,
  • Uyku düzeninde aksaklıklar,
  • Gebelik,
  • Menopoz,
  • Alışılandan daha geç uyumak veya uyanmak,
  • Alzheimer

Vücudun bu düzenini korumak oldukça önemlidir. kısa süreli bozulan vücut ritimlerinde uykusuzluk, yorgunluk,  konsantrasyon eksikliği görülürken, uzun süreli bozulmalarda ise obezite, kanser, bipolar bozukluklar, kalp-damar hastalıkları, nörolojik rahatsızlıklar gibi pek çok hastalıkların yaşandığı bilinmektedir.

Uzun ömrün anahtarı olarak tanımlanan sirkadiyen ritmi korumanın en önemli adımları düzenli yaşam, kaliteli uyku ve sağlıklı beslenme olarak biliniyor. Kaliteli bir uyku için yapılması gerekenleri öğrenmek için ilgili yazımızı okuyabilirsiniz.

 

 

Türkiye Alzheimer Derneği Başkanı Prof. Dr. Haşmet Hanağası, 21 Eylül Dünya Alzheimer Günü’nün Alzheimer hastalarının sorunlarına dikkat çekmek, onlara ve yakınlarına yardımcı olabilmek için neler yapılabileceği konusunda önem taşıdığını söyledi ve ekledi: “Dünyada ve ülkemizde yaşlı nüfusun artmasıyla birlikte Alzheimer hastalığında büyük bir artış yaşanıyor. Dünyada 50 milyon civarında demans hastası bulunuyor ve bu hastaların yaklaşık 2/3’ünü Alzheimer hastaları oluşturuyor.”

Türkiye Alzheimer Derneği Başkanı Prof. Dr. Haşmet Hanağası, 21 Eylül Dünya Alzheimer Günü’ne özel açıklamalarda bulundu. Alzheimer hastalığı ve demansa neden olan hastalıkların sıklığında artan yaşlı nüfusa bağlı olarak büyük bir artış yaşandığının altını çizen Prof. Dr. Haşmet Hanağası, “Dünya Alzheimer Günü, Alzheimer hastaları ve demans hastalarının sorunlarına dikkat çekmek, onlara ve yakınlarına yardımcı olabilmek için neler yapılabileceği konusunda büyük önem taşımaktadır.” dedi.

Dünyada 50 milyon civarında demans hastası olduğunu ve bu hastaların yaklaşık 2/3’ünü Alzheimer hastalarının oluşturduğunu ifade eden Prof. Dr. Haşmet Hanağası, “Ülkemizdeki Alzheimer hastası sayısı gelişmiş ülkelerdeki oranlara benzerdir. Ülkemizde 800.000 civarında demans hastası olduğu düşünülmektedir. Bu hastaların büyük kısmını da Alzheimer hastaları oluşturmaktadır. Son 10 yıl içinde hasta sayısında, artan yaşlı nüfusla beraber yükseliş yaşanmıştır.” diye konuştu.

Alzheimer hastalarına ve yakınlarına her aşamada sağlık çalışanları tarafından geniş kapsamlı öneriler verildiğine dikkat çeken Prof. Dr. Haşmet Hanağası, “Bu öneriler; hastaların ilaçlarını düzenli olarak kullanması, davranışsal ve psikiyatrik sorunların yönetilmesi, çevresel düzenlemelerin yapılması ve hukuki konular gibi farklı alanları içermektedir.” açıklamasında bulundu.

Alzheimer hastalığına artık çok kolay tanı konulabiliyor

Alzheimer hastalığından korunma ile ilgili en büyük gelişmeler hastalığın patofizyolojisinin ve risk faktörlerinin anlaşılması yönünde olduğunu belirten Prof. Dr. Haşmet Hanağası, “Artık Alzheimer hastalığına erken aşamalardan itibaren çok kolay tanı konulabilmektedir. Ancak beklenen en büyük gelişme hastalığın tedavisi ile yeni ve güçlü seçeneklerin ortaya çıkmasıdır. Hastalığın mekanizmalarının daha iyi anlaşılması ile önümüze yeni tedavi seçenekleri çıkabilir.” diye konuştu.

Alzheimer hastalığıyla ilgili en önemli gelişmeler; hastalığın tanısının daha erken aşamalarda koyulabilmesi ve risk faktörlerinin ortaya çıkarılması şeklinde ifade eden Prof. Dr. Haşmet Hanağası, “Ancak hastalığın halen kesin olarak nasıl başladığı konusunda yeterli bilgimiz bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu bilgi eksikliği tedavide de sınırlı bir başarıya yol açmıştır. Hastalık mekanizmalarının daha da iyi anlaşılması ile yeni tedavi seçeneklerinin gündeme gelmesi beklenmektedir.” dedi.

Alzheimer hastalığının dünyada en çok araştırma yapılan hastalıklardan bir tanesi olduğunun altını çizen Prof. Dr. Haşmet Hanağası, “Hastalık konusunda her yıl binlerce makale yayınlanmaktadır. Eninde sonunda bu çalışmaların tedaviye yansıması beklenmektedir.” açıklamasında bulundu.

Alzheimer hastalığı genetik özelliklerine bakıldığında iki gruba ayrılıyor

Alzheimer hastalığının genetik özelliklerine bakıldığında iki gruba ayrıldığını ifade eden Prof. Dr. Haşmet Hanağası şöyle devam etti: “İlk grup ileri yaşta başlayan ve aile öyküsünün çok belirgin olmadığı hastaları içerir. Bu grupta hastalık genel olarak 65 yaşının üzerinde başlar ve ailede Alzheimer hastası öyküsü olması hastalığa yakalanma riskini arttırır. Bu grupta hepimizde bulunan bazı genetik risk faktörleri veya genetik koruyucu faktörler çevresel risk faktörleriyle beraber hastalığın ortaya çıkmasına katkıda bulunur. Genetik özellikler konusundaki ikinci grup ailevi Alzheimer hastalığı dediğimiz tüm Alzheimer hastalığının %1’den azını oluşturan gruptur. Bu grupta hastalık sıklıkla 60’lı yaşlardan önce başlar. Hastalığın başlangıç yaşı 30’lu yaşlara kadar gerileyebilir. Bu grupta ailede yoğun bir şekilde erken başlangıçlı Alzheimer hastalığı öyküsü bulunur. Hastalar incelendiğinde Alzheimer hastalığına neden olabilecek mutasyonlar saptanır.”

Alzheimer hastalığının kadınlarda biraz daha fazla görüldüğünü ancak bu durumun nedeninin kesin olarak bilinmemekle beraber bazı hormonal ve kadın cinsiyetiyle ilişkili genetik risk faktörlerinin rolü olduğu düşünüldüğünü söyleyen Prof. Dr. Haşmet Hanağası sözlerini şöyle tamamladı: “Alzheimer hastalığı sinsi bir hastalıktır. Hastalık ilk olarak günlük hayatı etkilemeyen basit unutkanlıklar ile başlar ve zaman içinde zihinsel yakınmalar hastanın hayatında olumsuz etkiler oluşturur. Zihinsel işlevlerindeki aksama günlük yaşam aktivitelerini de bozmaya başlar. Örneğin para hesabı, yön bulma, ev işlerini yapma gibi günlük işlevlerde aksamalar meydana gelir. Alzheimer hastalığı basit unutkanlıklardan yapılan klinik testler, çeşitli laboratuvar ve görüntüleme incelemeleri ile kolayca ayrılabilir.”

Alzheimer hastaları ve yakınları için “Unutma Seni-Yaşanmışlığın Kokusu” farkındalık projesi

Türkiye Alzheimer Derneği toplumda farkındalık yaratmak, Alzheimer hastalığının erken tanısındaki önemi vurgulamak amacıyla hasta ve hasta yakınlarına özel olarak, “Unutma Seni-Yaşanmışlığın Kokusu” farkındalık projesini hayata geçirdi.

Santa Farma’nın koşulsuz desteği ile yürütülen “Unutma Seni-Yaşanmışlığın Kokusu” farkındalık projesi, Alzheimer hastalarının ilk unuttuğu duyulardan kokuya odaklanıyor. Farkındalık projesi ile hasta yakınları sevdiklerini hatırlatan, unutamadıkları kokuların hikayelerini yazıyor. Farkındalık projesi kapsamında ise gelen hikayelerin unutulmaması için bu esanslar kolonyaya dönüştürülüyor.

Proje kapsamında Unutmaseni.org sitesinden hikayelerini paylaşan kişilerin hikayeleri de “Unutma Seni” sosyal medya hesaplarında ve web sitesinin “Yaşanmışlığın Kokusu” kategorilerinde yayınlanarak, daha çok kişiye erişilmesi ve farkındalık sağlanması hedefleniyor.

Hemen hepimiz için mutluluk kaynağıdır mutfağa girip birbirinden lezzetli yemekler yapmak. Ancak dikkat! Yemekleri hazırlarken, pişirirken ve tüketirken yaptığımız bazı hatalar besin değerinin azalmasına, hatta tümüyle kaybolmasına neden olabilir!

Hayatımızı sürdürebilmek için vücudumuzun ihtiyaç duyduğu vitamin ve minerallerin çoğunu besinlerden, özellikle de sebze ve meyvelerden alıyoruz. Covid-19 pandemisinde, bağışıklığı destekledikleri için C vitamini, B2 ve folik asit gibi bileşenler daha da önem kazanıyorlar. Ancak besinleri hazırlarken veya tüketirken yaptığımız bazı hatalar, besin değeri kayıplarına yol açabiliyor. Peki besinlerin değerlerini korumak için nelere dikkat etmemiz, nelerden kaçınmamız gerekiyor? Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz besinlerin değerini düşüren 10 hatalı alışkanlığı anlattı, önemli öneriler ve uyarılarda bulundu.

Yanlış: Kabuklarını soymak

Doğrusu: Birçok vitamin ile mineral, sebze ve meyvelerin özellikle dış yapraklarında, kabuklarında veya kabuklarının hemen altındaki iç kısımlarında bulunuyor. Bunlar, vitamin ve mineralin yanı sıra lif almamıza da katkı sağlıyorlar. Bu nedenle sebze ve meyvelerin yenilebilen kabuklarını soymayın. Eğer soymanız gerekiyorsa mümkün olduğunca ince soymaya özen gösterin. Ancak dikkat! Meyve ve sebzeleri bol suyla yıkayın ve sebze fırçalarıyla fırçalayın ki üzerinde zirai ilaç kalıntısı kalmasın.

Yanlış: Suda uzun süre bekletmek

Doğrusu: Özellikle çilek, dut, ıspanak ve dereotu gibi ince zarlı sebze ve meyveleri suda uzun süre bekletmeyin. Çünkü bazı vitaminler suda çözünürler, bunun sonucunda da besin değerleri azalabilir. Bu tür ince zarlı sebze ve meyveleri suda çok bekletmeden, akan suyun altında yıkayın.

Yanlış: Yeşil yapraklı sebzeleri suyla pişirmek

Doğrusu: Sebze yemeğine ne kadar su konursa vitamin kaybı da o kadar fazla oluyor. Zaten ıspanak ve pazı gibi yeşil yapraklı sebzelerin su oranları çok yüksek. Dolayısıyla yeşil yapraklı sebzeleri, suyu koruyabilen derecelerde, hiç su ilave etmeden pişirmeye özen gösterin.

Yanlış: Uzun süre pişirmek

Doğrusu: “B vitaminleri ve C vitamini gibi bazı vitaminler ısıyla kolayca kayba uğruyorlar” diyen Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz sözlerine şöyle devam ediyor: “Dolayısıyla sebzeleri mümkün olduğunca kısa sürede ve diriliği korunacak şekilde pişirmeye dikkat edin. Tencerenin kapağı kapalı olarak pişirdiğinizde ise buhar kaybolmayacak ve pişme süresi kısalacaktır. Bu sayede vitamin kaybı daha az olacaktır”

Yanlış: Haşlama suyunu dökmek

Doğrusu: Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz sebzelerin haşlama suyunu kesinlikle dökmemeniz gerektiğini belirterek, “Sebze suyu dökülürse, C vitamini, B2, folik asit gibi suda eriyen vitaminlerin büyük bir kısmı suya geçtikleri için besin değeri kaybı çok fazla oluyor. Dilerseniz sebzelerin pişme suyunu çorbalara, yemeklere ve soslara da ekleyebilirsiniz” diyor.

Yanlış: Yumurtayı uzun süre haşlamak

Doğrusu: Biyo yararlılığı en yüksek besinlerden olan yumurtayı, sarısının çevresinde yeşil renkte demir sülfür halkası oluşacak kadar uzun süre haşlamayın. Bu demir sülfür halkası oluşumu yumurtadaki demirden faydalanmayı engelliyor. Ancak yumurtayı biotin vitamininin iyi emilmesi ve gıda güvenliği için çiğ de tüketmeyin. İdeal olarak 4-7 dakika haşlamanız yeterli olacaktır.

Yanlış: Çok ince doğramak

Doğrusu: Besin kaybının temel sebebi oksijen, ışık ve ısıdır. Meyve ve sebzelerin iç kısımları oksijen ile ışıktan korunurken, kesildiklerinde bunlara maruz kalıyorlar. “Dolayısıyla ne kadar çok ince doğrarsanız vitamin ve mineral içerikleri de o kadar çok azalır” uyarısında bulunan Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz, şu öneride bulunuyor: “Sebzeleri büyük parçalar halinde ve ezmeden doğrayın ki besin kaybınız az olsun. Ayrıca kesilmiş meyve ve sebzeleri taze olarak tüketerek ya da serin ve kapalı bir kapta muhafaza ederek kaybı en aza indirebilirsiniz”

Yanlış: Meyve ve sebze suyunu bekletmek

Doğrusu: Sebze ve meyvelerin sularını sıktıktan hemen sonra tüketin, depolamayın. Suyu sıkılan sebze ile meyvelerin ışık ve oksijenle temasları artacağı için vitamin içerikleri kayba uğruyor ve posa içerikleri de azalıyor. Bu nedenle meyvenin kendisini bütün olarak tüketmek en besleyici yoldur.

Yanlış: Kuru baklagilleri süt grubuyla tüketmek

Doğrusu: Mercimek, nohut ve kuru fasulye gibi kuru baklagilleri süt ürünleriyle tükettiğinizde demir emiliminde azalma olabiliyor. İyi bir non-hem demir (bitkisel kaynaklı demir)kaynağı olan kuru baklagilleri yeşillik, biber ve limon gibi C vitamini kaynaklarıyla tüketmek demir emilimini arttırıyor ve bu mineralden maksimum fayda sağlanmasına yardım ediyor.

Yanlış: Sebzeleri kapalı torbada saklamak

Doğrusu: Sebzelerin nefes almaya ihtiyaçları var. Bu yüzden sebze koyduğunuz plastik torbalarda delikler açmanız ya da sebzeleri file torbalarda saklamanız en doğrusu. Ayrıca hepsini dar bir alanda sıkışık bir şekilde saklamanız da sebzelerin hızla bozulmasına yol açacaktır.

Hamilelikte işeme sıklığının arttığını ve bebeğin basısına bağlı olarak pelvik taban üzerinde de gevşemeler görülebildiğini ifade eden Prof. Dr. Tufan Tarcan, “Pelvik organ prolapsusu ve stres tipi idrar kaçırma durumlarını hamilelikte ve hamilelik sonrasında daha sık görüyoruz. Bunlardan korunmak için hastalarımıza tavsiyelerimizin başında hamilelikte aşırı kilo almamaları geliyor.” dedi ve ekledi: “Çünkü ne kadar kilo alınırsa o kadar karın içi basınç artıyor. Bu da pelvik taban üzerine zararlı etki gösteriyor.” dedi.

Kontinans Derneği Başkanı Prof. Dr. Tufan Tarcan, hamilelikte ve hamilelik sonrası yaşanan idrar kaçırma problemiyle ilgili önemli açıklamalarda bulundu. Hamile kişinin bedeninde hormonal değişikliklere bağlı olarak ister istemez üriner sistemde de bazı değişiklikler yaşandığını belirten Prof. Dr. Tufan Tarcan, “Bunların başında glomerüler filtrasyon hızındaki artış (böbreklerin idrar üretme kapasitesindeki yükselme) ve hormonal değişikliğe bağlı olarak üriner sistemi oluşturan düz kaslarda gevşemeye yönelik bir değişim meydana geliyor.” dedi. Fetüs büyüdükçe fetüsün yaptığı pelvisteki bası, mesane ve üreterlerin fizyolojisini etkilediğine vurgu yapan Prof. Dr. Tufan Tarcan, “Hamilelikte bunlara bağlı olarak bazı ürolojik hastalıkları artmış olarak görüyoruz. Bunların başında da idrar yolu enfeksiyonu geliyor. Ayrıca fetüs tarafından engellenen böbrek ya da böbrekler idrarı mesaneye iletemediği için hidronefroz adı verilen böbreklerde şişme ortaya çıkabiliyor. Ek olarak idrar tutmada problemler yaşanabiliyor. İşeme sıklaşmasında hem artan idrar miktarı hem de mesanenin genişleyecek yerinin azalması rol oynayabiliyor. İdrar sıklaşıyor çünkü mesanenin genişleyecek yeri azalıyor. Fetüs büyüdükçe mesaneyi öne doğru itiyor. Böylece mesanenin mesafesi daralıyor.” açıklamasında bulundu.

Çocukluk çağlarında idrar yolu enfeksiyonu geçirmiş olan kadınlar hamilelik sırasında daha sık idrar yolu enfeksiyonu yaşıyorlar

Hamilelik sırasında saptanan her türlü idrar yolu enfeksiyonunun semptomatik olmasa dahi mutlaka tedavi edilmesi gerektiğinin altını çizen Prof. Dr. Tufan Tarcan, “İdrar yolu enfeksiyonu hamilede tedavi edilmez ise daha ciddi problemlere sebep olabilir. Hamilelikte idrar yolu enfeksiyonu takibi çok önemli.” dedi. Çocukluk çağında idrar yolu enfeksiyonu geçiren ve tekrarlayan kadınlarda hamilelik sırasında ürolojik yakınmaların daha sık görüldüğünü ifade eden Prof. Dr. Tufan Tarcan, “Bir hamile kadının özgeçmişinde idrar yolu enfeksiyonu varsa, hamilelikte artan idrar yolu enfeksiyonuna özellikle dikkat etmesi gerekiyor.” diye konuştu.

Böbreklerdeki şişmenin çoğunlukla fetüsün üreter üzerine yaptığı bası nedeniyle ortaya çıktığını söyleyen Prof. Dr. Tufan Tarcan şöyle devam etti: “İdrar kaçırma problemi çoğunlukla hamilelik sonunda kendiliğinden kayboluyor. Bazen böbreğin önünün tıkanması böbrekte ağrıya veya böbrekte ileri derecede hidronefroz yani böbrek büyümesine yol açabiliyor. Hatta bazen idrar yolu enfeksiyonuyla birleşerek böbrek iltihabına da sebep olabiliyor. Böyle tablolarda böbreğin ürettiği idrarın rahatlıkla atılabilmesi için üreter stenti adı verilen bir tür kateteri endoskopik olarak üriner sisteme yerleştiriyoruz. Bu stent bir ucu böbrekte bir ucu mesanede olan yaklaşık 26 ila 30 cm. boyutta silikondan yapılmış bir malzeme. Vücut dışından görülmüyor. Hamilelik sonlandıktan sonra da bu stenti çekiyoruz. Böylece bu üreter kateteri hamilelik boyunca böbreğin ürettiği idrarı daha kolay ya da sorunsuz mesaneye iletebilmesini sağlıyor. Bu böbrekteki genişleme daha çok sağ tarafta oluyor. Çocuğun pozisyonuyla ilgili bir durum bu. Seyrekte olsa sol tarafta da gözükebiliyor.”

Hamilelikte daha önemli bir sorunun da taş hastalığı olduğunu ifade eden Prof. Dr. Tufan Tarcan şöyle konuştu: “Böyle bir tabloda tanısal araçların ve testlerin kullanılmasında çok dikkatli oluyoruz. Çünkü bilindiği gibi taş hastalığının tanısında radyolojik yöntemler kullanılıyor. Bilgisayarlı tomografi taş tanısında çok önemli bir silah ama hamilelik sırasında çocuğun radyasyondan etkilenmemesi amacıyla kullanmak istemiyoruz. Dolayısıyla ultrasonografi gibi radyasyonsuz hamileye ve bebeğe zarar vermeyen radyolojik yöntemlerle mümkün olduğu kadar ilerliyoruz. Taş tanısı konulduğunda çok zorunlu kalmadıkça örneğin böbrekte ileri derece bir problem yaratan bir tablo oluşturmadıysa taşların tedavisinde de konzervatif gitmeye çalışıyoruz. Taş böbreğin önünü tıkıyorsa ya da hastada ciddi taş ağrısına yol açıyorsa elbette bu taşa bir şey yapmak gerekiyor. Taşı vücutta bırakarak taşın kenarından ilerletilen üreter kateteri ile taşı by-pass etmek ve böylece hem ağrıları geçirmek hem de böbreği korumak hamilelik sonlanana kadar güvenli bir yöntem oluyor. Çok seçilmiş vakalarda taşa yönelik cerrahi tedavide yapılabiliyor.”

Hamilelikte idrar sıklığının arttığını ve çocuğun basısına bağlı olarak pelvik taban üzerinde de
gevşemeler görülebildiğini ifade eden Prof. Dr. Tufan Tarcan, “Pelvik organ prolapsusu ve stres tipi
idrar kaçırma durumlarını hamilelikte ve hamilelik sonrasında daha sık görüyoruz. Bunlardan
korunmak için hastalarımıza tavsiyelerimizin başında aşırı kilo almamaları geliyor. Çünkü ne kadar kilo
alırsa o kadar karın içi basıncı artıyor. Bu da pelvik taban üzerine zararlı etki gösteriyor. Dolayısıyla
idrar kaçırma ve pelvik organ prolapsusu komplikasyonlarından mümkün olduğu kadar uzaklaşmak
için hamilelikte kiloya dikkat edilmeli.” dedi.

Hamilelik sırasında özellikle idrar kaçırmaya yatkın olduğunu düşündükleri kadınlara Kegel egzersizlerini mutlaka önerdiklerini belirten Prof. Dr. Tufan Tarcan, “Bunlar pelvik tabanı çalıştıran egzersizler. Böylece pelvik taban kuvvetini artırmayı hedefliyoruz. Hamilelik sırasında görülen idrar kaçırmaların bir kısmı geçici oluyor ve hamilelik ortadan kaybolduktan sonra ortadan kalkabiliyor. Ama bir kısmı da kalıcı olabiliyor.” açıklamasında bulundu.

Hamilelere mesane pedini öneriyoruz

Hamilelik döneminde geçici idrar kaçırmalarda mesane için özel tasarlanan hijyenik pedlerin çok önemli olduğunun altını çizen Prof. Dr. Tufan Tarcan sözlerini şöyle tamamladı: “Özellikle minimal idrar kaçıran hastalarda mesane pedlerini kullanıyoruz. Aşırı aktif mesanenin tedavisinde kullandığımız  ilaçları hamilelikte kullanamıyoruz. Hamilelikte bu ilaçlar kesildiğinde karşımıza bazen daha artmış aşırı aktif mesane tablosu çıkabiliyor. Bazen de hamilelikte değişen hormonal durum kendiliğinden aşırı aktif mesaneyi baskılayabiliyor. Stres tipi idrar kaçıranlarda ise hamilelikte herhangi bir cerrahi tedavi söz konusu değil. Onun yerine yine Kegel egzersizlerini önemsiyoruz. Bu tip idrar kaçırmalara önlem olarak da yine hijyenik mesane  pedlerini öneriyoruz. Yukarıda belirtildiği gibi eğer hastanın daha önce böyle bir idrar kaçırması yoksa zaten hamilelik sonrası kendiliğinden kaybolabiliyor.”

Bebeğinizin gelişimini sağlıklı devam ettirebilmesi için belli başlı rutinleri devam ettirmeniz ve özellikle uykularını almasını sağlamanız çok önemlidir. Bebeğinizle hem gün içinde hem de gece uykularında bir düzen oturtmuş olabilirsiniz. Fakat bazı durumlar vardır ki bu düzeni alt üst eder. Bozulan uyku düzeni de ilk sizi olumsuz etkiler. Problemin sebebini bulursanız çözümünü bulmak kolaylaşacak. İşte bebeğin uyku düzenini bozan sebepler:

*Gündüz yeteri kadar uyumaması: Gece uykularının bozulmasının en önemli sebeplerinden biri gündüz uyku rutinlerinin değişmesidir. Uyku uykunun mayasıdır sözünü hatırlayınız. Gündüz yeterli şekilde uyuyamayan bir çocuğun gece düzenli uyuması beklenmemelidir. Gündüz rutinlerini devam ettirebilmek için bebeğinizin hangi ayda olduğuna bağlı olarak dışarı çıkma, misafir kabul etme gibi aktivitelerinizin saatlerini iyi ayarlamalısınız.

*Gün içinde çok yorulması: Bebeğiniz gün içinde sadece yatıyor gibi görünse de fazla uyarana maruz kalmak ve uykusuz kalmak onu yorar. Çok yorulan çocuk gece iyi uyur düşüncesi yanlıştır. Yorgun olmak hem uykuya dalmayı zorlaştırır hem de uykunun sıkça bölünmesini sağlar.

*Büyüme atakları: Her şey yolundayken bir anda bebeğinizin huyunun değiştiğini fark edersiniz. Uyku düzeni, iştahı hatta morali dönem dönem alt üst olur. Bu durumda korkmayın ve o kritik bir kaç günü geçirmeye bakın. Bebeğiniz vücudunun ve beyninin hızlı büyüme temposu karşısında yorulmakta ve bununla baş etmeye çalışmaktadır. Büyüme atağı olan haftalar aşağı yukarı bu şekildedir. Bu haftalardan birindeyseniz durumu normal karşılamaya çalışın ve bebeğinize destek olun. 2.hafta, 5.hafta, 6.hafta, 12.hafta, 15.hafta, 23.hafta, 34.hafta, 42.hafta ve 54.hafta.

*Diş çıkarması: Her bebek farklı acı eşiklerinde dişlerini çıkarır. Bazı bebekler yüksek ateş ve tüm düzenlerinin bozulması şeklinde çıkarırken bazıları normal bir süreç gibi kolaylıkla atlatır. Bebeğiniz 6.ayına gelmişse, ağzından çok fazla salya akıyorsa, diş etleri beyazlamış ve kabarmışsa yakında diş çıkarabilir anlamına gelir.  Bu, gece uykularına da yansıyacaktır. Güzel haber: geçici bir durumdur.

*Ortam değişimi: Farklı bir mevsime geçiş, farklı ortam, farklı yatak gibi değişimler bebeğinizin uyku düzenini etkileyebilir. Örneğin tatildeyseniz veya farklı bir evde kalıyorsanız bebeğiniz bu değişimi hisseder ve uykuları bundan etkilenebilir. Yeni ortama alışması zaman alabilir.

*Bağırsak problemleri: Bu problemler geçmeyen gaz sancıları, kabızlıklar olabileceği gibi bağırsak parazitleri de olabilir. Kıl kurdu gibi parazitler bebeğinizin özellikle sabaha karşı uykularının çok kez bölünmesine sebep olur. Varsa gaz ve kabızlığı gidermeye çalışmanızın yanı sıra bu tarz parazitler kapıp kapmadığını da anlamaya çalışın.

*Bebeğe bakan kişinin değişmesi: Bakıcı veya aileden bebekle sürekli ilgilenen bir kişinin gitmesi/değişmesi bebekte bazı değişimlere yol açar. Bebekler kendi bakımlarını üstlenen kişileri diğerlerinden çok iyi ayırt ederler ve onlara bağlanırlar. Eksiklikleri uyku düzenlerini de etkileyebilir.