Yazar

womanlogy

Yazılar

Dior’un 2017’de kurulan genç kadınlara Kadın Liderliği ve Sürdürebilirlik konularında mentorluk eğitimi verdiği women@dior projesi bu yıl 4 yaşında. Proje bu zamana kadar binlerce kadına koçluk yapmış uluslararası bir program olup, bir nevi dayanışma ağı olarak da kabul edilmektedir.

Fransa, İngiltere, Çin ve Avustralya gibi 20’ye yakın ülkedeki en iyi işletme, sanat, mühendislik ve moda okulları projeye dahil olup, bir nevi staj programı gibi çalışır. Katılımcılar kariyerlerindeki ilk adımları bu proje sayesinde atar ve alanında profesyonel olan tasarımcı, zanaatkar, yazar gibi pek çok kadından eğitim alırlar.

Program 4 temel değer üzerine kurulu :

  1. Kendine yetebilme : Kendi potansiyelini kullanabilme, kendine güven ve kendi kariyerini çizebilme
  2. Yaratıcılık : Farklı, yenilikçi ve özgün tasarımlar oluşturma,
  3. Sürdürebilirlik : Mevcut iş modellerini yeniden tasarlayabilme, değer yaratma ve dönüştürme prensipleri,
  4. Kapsama : Geniş kapsamlı çalışma, farklı kişileri ve yetenekleri dahil etme

2020 Kadın Liderliği ve Sürdürebilirliği Eğitim Programı

2020 yılında cinsiyet eşitliği ve kadınların gelecek için liderliği için adım atıldı. Bu yeni girişim, eğitimin önemini vurguluyor ve genç kadınların ayakları üzerinde daha sağlam durabilmelerini amaçlıyor.

Yüksek standartlara sahip bu program 500 öğrenciye açık olup, teorik ders çalışma ile başlayacak ve akabinde “Değişim Rüyası” projesi ile beraber pratik yapılacak.

UNESCO ile Dayanışma

Dior, Women@Dior Programını, Kenya, Gana, Nijerya, Pakistan, Tanzanya, Filipinler ve Sri Lanka’dan yüzlerce kız öğrenciye açarak UNESCO’nun Küresel Eğitim Koalisyonu’na katılıyor ve dezavantajlı pek çok genç kadın için umut ışığı olma yolunda ilerliyor.

Teşekkürler Christian Dior, tam da dünyanın genç kadınların gücüne ihtiyacı olduğu anda…

11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılmış olması nedeniyle “İstanbul Sözleşmesi” adıyla bilinen sözleşmenin gerçek adı ” Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olup, kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla ilişkin mücadeleyi kapsar. Bahsi geçen konularda devletin yükümlülüklerini kapsayan İstanbul Sözleşmesi uluslararası boyutta bir insan hakları sözleşmesidir.

1 Ağustos 2014 yılında yürürlüğe giren sözleşmenin 4 temel ilkesi :

  • Kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi,
  • Şiddet mağdurlarının korunması,
  • Suçların kovuşturulması,
  • Suçluların cezalandırılması ve kadına karşı şiddet ile mücadele alanında bütüncül, eş güdümlü ve etkili işbirliği içeren politikaların hayata geçirilmesidir.

Temmuz/2020 itibariyle 46 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanmış ve 12 Mart 2020’de ilk imza atan ülke Türkiye olarak kayda geçmiştir. İmzacı ülkelerin vermiş oldukları taahhütler bağımsız uzmanlar grubu GREVIO komitesi tarafından kontrole tabiidir.

Fotoğraf : Kadın Meclisleri

İstanbul Sözleşmesi Neden Önemli? 

Her şeyden önce kadına karşı şiddeti bir insan hakları ihlali olarak gören bağlayıcı nitelikteki ilk uluslararası düzenlemedir. Bir diğer önemi ise mağdurun haklarının korunmasına yönelik tedbirlerin, “cinsel yönelim” ve “toplumsal cinsiyet kimliği” ne olursa olsun ayrımcılık gözetilmeden alınmasını garanti eden ilk uluslararası sözleşme, İstanbul Sözleşmesidir.

Sözleşmede “kadına yönelik şiddet”, ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara yönelik fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik, acı ve ıstırap veren veya verebilecek olan, cinsiyete dayalı her türlü eylem veya bu eylemlerle tehdit etme, zorlama, keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma olarak tanımlanmıştır. Aile içi şiddet ise aile içinde veya hanede veya mağdur faille aynı evi paylaşsa da paylaşmasa da eski veya şimdiki eşler veya partnerler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet eylemi olarak tanımlanmıştır.

 

Kaynak : Vikipedi

Özgecan, Şule, Ceren,Emine, daha adını sayamayacağımız bir çok kadın ve şimdi de Pınar…  Haziran ayı içerisinde öldürülen 27.kadın…Yarın belki sen, annen, kız kardeşin, kız arkadaşın, o çok sevdiğin komşun ve daha tanımadığın pek çoğu. Ardı arkası kesilmeyen bir furya olup çıkan, adeta toplumun yüz karası, yakamıza yapışan bir musibet silsilesi. Hepimizin adını ezberlediği, utanç vesikası “Kadın Cinayetleri”

Bir iki tanesi hariç çoğunlukla katille olan bağ gönül ilişkilerine dayanıyor.  Toplumda “yanlış erkeği seçmek” diye bir sebep üremiş durumda. Kim bilebilir ki seçtiği kişinin yarın katiline dönüşeceğini? Hepimiz güzel umutlar ve güzel heyecanlarla başlamıyor muyuz ilişkilerimize? Hepimiz o hayatımızdaki kişiyi yere göğe sığdırmıyor muyuz, savunmuyor muyuz ele güne karşı sürekli? Ana sorun; erkek arkadaşın yanlış seçimi değil, erkek çocuğun yanlış yetiştirilmesi. Önce toplum olarak bunu anlama, kabullenme ve etrafa kabullendirme zamanı.

Öteden beri sergilenen davranışların ve karakterin çocukluğa ve hatta bebekliğe dayandığını sıkça duyarız. Çocukluğun yanı sıra bugün de içinde bulunulan şartlar, yetişilen aile, yetişilen toplum, arkadaş ortamları, erkek egemen gelenekler, cinsiyetçi yaklaşımlar, cinsiyetçi kariyer imkanları dahil olmak üzere daha sayamadığımız pek çok neden inceden inceye erkeklere bu manasız güç(!) hissiyatını aşılıyor.  Ailelerin erkek çocuklarını gözünde bu denli yüceltmesi, “erkektir yapar” zihniyeti, en modern ve en eğitimli gözüken ebeveynlerde bile erkek çocuklarına müsamaha gösterme oranının yüksekliği, erkek çocuğunun kendini dünyanın merkezi sanması tüm bunlar geleceğin şiddet eğilimli bireylerine zemin hazırlamakta ne kadar da usta işbirlikçiler.

Çocukların yetişirken demokratik, iyi birer eş ve kadınına değer veren bir erkek olması çok mu zor peki?  Örnek alınan uyumlu, saygının ve iletişimin eksik olmadığı bir aile,  annesine veya kız kardeşine evde verilen söz hakkı, kendini ispatlamanın ses yükseltme, aşağılama veya iğneleme olmadığının empoze edildiği bir yetişme ortamı lazım bu toplumun erkek çocuklarına. Ancak o zaman bir şeylerin düzelmesine umut besleyeceğiz.

Tıpkı Sait Faik’in dediği gibi : “Dünyayı güzellik kurtaracak ve bir insanı sevmekle başlayacak her şey”

 

 

Evde yapılan check up’ın hem hasta hem de hekim için büyük avantaj yaratarak bir hastalık söz konusu olduğunda hekime erken teşhis ve tedavi olanağı sunacağını belirten VM Medical Park Kocaeli Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Lütfiye Derya İnal, 9 soruda evde nasıl check-up yapılacağını anlattı.

Pandemi nedeniyle milyonlarca kişi ‘önemli olmadığını’ düşündüğü bazı sağlık sorunlarını ertelemeyi seçti. Ancak bazen vücudumuzun verdiği sinyalleri göz ardı etmek, hayatımızı riske atabilecek sorunlarla karşılaşmamıza yol açabilir. Bu nedenle evde kendi vücudunuzun verdiği bazı önemli belirtileri kontrol ederek yapacağınız check-up kurtarıcı olabilir.

VM Medical Park Kocaeli Hastanesi’nden İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Lütfiye Derya İnal, evde yapılacak check-up’la kişinin kendi bedenini tanımasını, farkındalığının artmasını ve vücudundaki değişimlerin erken dönemde farkına varmasının sağlanabileceğini söyledi. Uzm. Dr. Lütfiye Derya İnal, kendimize sorduğumuz 9 soruda bedenimizde hangi hastalığın olduğunu nasıl tanıyabileceğimiz konusunda bilgilendirmede bulundu.

İdrar rengi neyin habercisi?

Açık renkli idrar, yeterli miktarda sıvı tükettiğiniz anlamına gelir ancak mümkün olduğunca sıvı tüketiminin çoğunluğu su olmalıdır. Koyu renkli idrar, az sıvı tüketiminin göstergesi olmakla beraber idrarda yanma, kasık ağrısı ve koku da eşlik ediyorsa, idrar yolu enfeksiyonu göstergesi olabilir. Ancak unutmayın ki antibiyotik ve vitamin kullanımları da idrar rengini ve kokusunu değiştirebilir. Çay rengindeki idrar kanamanın göstergesidir. Ağrı eşlik ediyorsa taş veya kum döküyor olabilirsiniz. Ağrısız kanama varsa o bölgenin tümörlerine işaret eder, kesinlikle ihmal edilmemelidir. Çok miktarda pancar yerseniz kanama olmadan da idrar renginiz pembeleşebilir. İdrarda köpürme protein kaçağının olduğu böbrek hastalıklarının göstergesidir. Şeker ve tansiyon hastalığı olanlarda idrarda köpürme başlamışsa böbrek harabiyetine bağlı protein kaçağı olabilir.

Yeterli miktarda sıvı tükettiğimizi nasıl anlarız?

Tükürük salgınızda azalma yoksa, diliniz kuru değilse, derinizi iki parmağınız arasına sıkıp bıraktığınızda eski halini alıyorsa, koltuk altlarınız nemliyse ve idrar renginiz açık renkte ise yeterli sıvı tüketiyorsunuz demektir.

Tırnak rengi değişikliği ne anlama gelir?

Eğer tırnaklarda sararma ile beraber tırnak kalınlaşması varsa en çok tırnak mantarı karşımıza çıkar. Tırnakta siyaha yakın renk değişikliği olursa ‘malign melanom’ denilen ciddi bir kanser türünün belirtisi olabilir. Eğer çabuk kırılma, incelme gibi tırnak yapısı ile ilgili sorunlar yaşıyorsanız tiroit hastalıkları, B12 vitamini, demir, çinko ve biyotin eksiklikleri olabilir.

Cildimizdeki renk değişiklikleri neyi gösterir?

Cildimizdeki yer yer beyazlaşmalar vitiligo göstergesidir. Vitiligo, deride pigment kaybına bağlı olarak açık renkli alanların oluştuğu bir tür deri hastalığıdır. Göz akından başlayıp baş ve gövdeye yayılan sararma varsa karaciğer ve safra yollarındaki tıkanma hastalıkları akla gelmelidir. Mavi- mor cilt rengi ise kalp damar hastalıkları, kalp yetmezliği ve KOAH gibi akciğer hastalıklarında görülür.

Kolesterol seviyesini gözlerden anlayabilir miyiz?

Ksantelazma, göz çevresinde ve göz kapaklarında gelişen sarı yumuşak plaklardır. Görüldüğünde kolesterol seviyelerine bakmak gerekir; ancak her kolesterol yüksekliğinde görülmeyeceği gibi kolesterolü normal olan kişilerde de görülebilmektedir. Bu nedenle varlığı kesin bir bilgi sağlamaz.

Tiroit hastalıkları nasıl anlaşılır?

Hipotiroidi, kanda tiroid hormonunun az miktarda bulunması durumudur. Hipotiroidi durumunda metabolizma yavaşlar, halsizlik, depresif ruh hali, kilo alma, saçlarda kuruluk, yüzde ödem, ses kalınlaşması, üşüme, soğuğa dayanıklılıkta azalma, kabızlık, kalpte ritim yavaşlaması, uzun süren kontrolsüz durumlarda ise kalp yetmezliği gelişebilir. Hipertiroidide ise metabolizma hızlıdır. Çabuk yorulma, saçlarda incelme dökülme, gözlerde irileşme, iştah artışına rağmen kilo verme, terleme, sıcağa tahammülsüzlük, sinirlilik, çarpıntı ve ishal meydana gelebilir.

Bacaklarda şişliklerin sebebi ne?

İlk başta mutlaka günlük aldığınız tuz miktarını gözden geçirin. Tuza dikkat etmenize rağmen bacaklarınızda şişlik varsa, böbrek ve kalp yetmezliklerinin göstergesi olabilir. Bacaklardaki ödem gündüz az miktarda, ayakta durdukça ve günün ilerleyen saatlerinde artıyorsa venöz yetmezlik yani bacaklardaki toplayıcı damar kapaklarındaki yetmezlik durumu olabilir. Tek bacakta şişlik ve baldırlarda ağrı varsa ‘derin ven trombozu’ denilen damarlardaki tıkanıklık durumu olabilir, acilen hekime başvurmalısınız.

Boyunda ele gelen kitleler ne anlama gelir?

Çene altında, boynun yanlarında, kulak arkasında ağrılı düzgün yüzeyli kitleler elinize geliyorsa muhtemel lenf bezidir. Lenf bezinin şiştiği bölgede iltihabi bir durum söz konusudur. Sivilceler, cilt yanıkları, kıl dönmeleri, diş apseleri, üst solunum yolu enfeksiyonları olduğunda mikro-organizmaların karşısına ilk çıkan lenf bezleri savunma kalkanı oluşturup şişer. İltihabi durum gerileyince de eski haline gelir. Ağrısız, hızlı büyüme gösteren ve yüzeyi düzensiz kitleler en sevmediğimiz kitle türüdür. Kötü huylu tümörlere işaret eder, kesinlikle ihmal edilmemelidir. Adem elmasının hemen altında tiroit bezimiz bulunur. Yutkunmakla hareket eden kitle saptıyorsanız, tiroitte nodül olabilir.

Diş ve diş eti sorunları başka hastalıkların göstergesi olabilir mi?

Dişeti kanamaları en sık diş eti hastalıklarına bağlı görülmektedir. Kandaki pıhtılaşmanın zayıfladığı kan hastalıklarında da tekrarlayan dişeti kanamaları olabilir Kan şekerindeki kontrolsüz yükseklikler diş eti sağlığını bozan önemli bir durumdur. Sjögren sendromu bir bağ doku hastalığıdır ve tükürük bezlerinin aktivitesini bozar, tükürük salgısında azalma yapar. Dolayısıyla diş çürükleri ve diş eti hastalıkları daha sık görülür. Ağız kokusu yakınmaları pek çok insanın mustarip olduğu bir durumdur. Diş çürükleri, apseler, tartarlar ağız kokusunun en sık nedeni olmakla beraber midede gastrit varlığında da ağız kokusu olabilmektedir. Eğer diş problemleri yoksa mideye yönelmek gerekir.

Hava sıcaklıklarının yükselmesi ile birlikte kalp hastalığı riski de artarken, özellikle kalp krizi vakalarına sık rastlanıyor. Öte yandan koronavirüs tehlikesine karşı da dikkatli olunması gereken bu süreçte kalp sağlığını korumak için bazı önlemler alınması önem taşıyor. Memorial Şişli Hastanesi Kardiyoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Hatice Betül Erer, yaz aylarında kalp sağlığının korunması için dikkat edilmesi gerekenler hakkında bilgi verdi.

Terleme tansiyonu düşürebilir:
Aşırı sıcak ve nemli hava özellikle hipertansiyon, kalp yetersizliği ve kalp damar hastalığı olan kişiler için bazı önemli riskleri beraberinde getirmektedir. Vücudun sıcağa karşı uyguladığı en etkili yöntem terlemedir. Terleme ile birlikte vücuttaki sıvı ve elektrolit olarak tanımlanan tuz ve mineraller kaybedilmekte, damarlarda dolaşan kan hacmi azalmakta ve dolayısıyla böbreklere giden kanın hacmi azaldığı için böbrek fonksiyonlarında bozulmaya yol açabilmektedir. Aynı zamanda terlemenin oluşması için deriyi besleyen damarlarda genişleme olması, ani tansiyon düşüklüğü ve halsizlik gibi durumlara da sebep olmaktadır.
Sıcak havada kalp krizi vakalarının sık görülmesinin nedenlerinden birinin, yazın sıvı kaybıyla birlikte kanın pıhtılaşmaya yatkınlığının artması ile ilişkili olabileceği düşünülmektedir. Bu anlamda yaz aylarında yeterli sıvı alımına çok özen gösterilmesi gerekmektedir.

Yaz aylarında çarpıntı artabilir:
Terlemeyle birlikte vücuttan atılan potasyum, magnezyum gibi minerallerin azalması, özellikle kalp hastalarında, çarpıntı ve hayatı tehdit eden ritim bozukluklarının tetikleyicisi olabilmektedir. Sağlıklı bireylerde de yaz aylarında çarpıntı şikayetlerinin arttığı gözlemlenmektedir. Bu çarpıntılar eğer günlük yaşamı etkiliyor, rahatsızlık veriyor, uzun sürüyor ve beraberinde tansiyon düşüklüğü ile baygınlık gibi şikayetler oluyorsa hasta mutlaka bir kardiyoloji uzmanı tarafından değerlendirilmelidir.

Kalp sağlığınız için bu önerilere dikkat!
Kalp yetersizliği, koroner arter hastalığı veya hipertansiyon gibi sağlık problemleri olanlar ya da kalp-dolaşım sistemi rahatsızlıklarından korunmak isteyenlerin bu önerilere kulak vermesi önemlidir.
1. Açık renkli ve terlemeyi artırmayan kumaş giysiler tercih edilmelidir.
2. Meyve ve sebze tüketiminin ön planda olduğu Akdeniz diyetine uygun beslenilmelidir.
3. Günlük sıvı ihtiyacının arttığı göz önünde bulundurularak, günlük 2-2.5 lt. civarında sıvı tüketilmelidir.
4. Kan basıncını artırabileceği ve kalp yetersizliği bulgularını kötüleştirebileceği bilinen soda ve maden suyunun kontrolsüz tüketiminden kaçınılmalıdır.
5. Güneş ışınlarının dik olarak geldiği saatlerde dışarı çıkılmamalı, denize sabah ve akşam saatlerinde, mümkünse aç karnına girilmelidir.
6. Egzersizler sabah ve akşam saatlerinde yapılmalıdır.
7. Soğuk su damarlarda spazm yaparak kan akışını bozabildiğinden çok soğuk deniz, havuz veya duşlara girilmemelidir.
8. Göğüs ağrısı, çarpıntı, nefes darlığı, baygınlık hissi gibi şikayetler olduğunda en yakın sağlık kurumuna başvurulmalıdır.
9. Düzenli sağlık kontrolleri aksatılmamalıdır.

Egzersiz kalp sağlığına iyi geliyor
Düzenli ve doğru şekilde yapılan egzersizlerin kalp sağlığını koruduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Egzersizin kalp sağlığını koruyucu etkisi sağlıklı kişiler için olduğu kadar hali hazırda kalp hastalığı bulunanlar için de önemli olduğu hatırlanmalıdır. Kalp hastalığı; hipertansiyon, yüksek kolesterol, fazla kilo, insülin direnci, şeker hastalığı ve sigara gibi “risk faktörleri” adı verilen olumsuz etkenler zemininde gelişmektedir. Düzenli yapılan egzersizin kalp hastalığına neden olduğu bilinen bu risk faktörlerinin olumsuz etkilerini azalttığı birçok bilimsel çalışma ile ortaya konmuştur.

Kalp için yararlı egzersizler seçin
Kalp sağlığı için yararı kanıtlanan egzersiz çeşidi “hareket içeren ve çizgili kasları çalıştıran tempolu aerobik” egzersizlerdir. Bu egzersizlerinin sürdürülebilmesi ve daha yararlı olabilmesi için; yaşa, eklem sağlığına ve diğer olası sağlık sorunlarına uyumlu olarak seçilmesi önemlidir. Bu anlamda kardiyoloji uzmanları tarafından en çok önerilen egzersiz türü genellikle yürüyüş olmaktadır. Burada önemli olan hareket etmek, tempolu olmak ve bu egzersizleri düzenli olarak sürdürmektir.

Tempolu egzersizde maske kullanımına dikkat!
Kalp sağlığı için önerilen egzersiz süresi haftada 150 dk. (5 gün 30 dk.) olarak bildirilmektedir. Kişiye en uygun spor şekli tercih edilmeli ve haftalık program süresine olabildiğince sadık kalınmaya çalışılmalıdır. Covid 19 süresince egzersizlerin sosyal mesafeye dikkat edilerek, uygun mekan ve ortamlarda, koruyucu önlemlere uyularak yapılması önerilmektedir. Sıcak yaz günlerinde maske kullanmak özellikle efor esnasında nefes almakta zorlanmaya neden olabilmektedir. Bu durumda tempolu egzersizleri maskesiz olarak ancak uygun yerlerde ve sosyal mesafe kurallarına uyularak yapılması tavsiye edilmektedir.

Teknoloji çağında dünyaya merhaba diyen Z kuşağı, kendinden önceki X ve Y kuşaklarına nazaran bambaşka biri olarak ekiplerde yeni yeni yer almaya başladı. Çalışma hayatındaki farklı tarz ve yorumlarını cesurca sunan,  kimi zaman şaşırtıcı derecede başarılara imza atarken, kimi zamansa kafasına estiği gibi çekip gidiveren bir deli kuşaktan bahsediyoruz şuan sizlere. Z Kuşağı ile çalışmak bu yönlerden de anlaşılacağı üzere heyecan verici bir deneyim. Peki ya diğer yönleri?

1995-2010 yılları arasında doğanları kapsayan  Z kuşağı, kısaca Gen Z adıyla da bilinmekte. Cesur olma özelliklerini az önce aktardık, bunun yanı sıra diğer olumlu özellikler olarak; pratik zekalı, zirvede olmayı arzulayan, dobra, teknolojiyle arası çok iyi,  liderlik vasfı gelişmiş bir nesilden söz edebiliriz. Ancak sakın ola ki, zirvede olmayı arzulamaları sizi hırslı olmaları konusunda yanıltmasın.

Z kuşağı tüm yükselme arzusuna rağmen aynı zamanda çok zora da gelemeyen, rahatına düşkün bir kuşaktır. Home office ve esnek çalışmalar bu nesle çok hitap eder. Bunun altında yatan nedense özgür ruhlu olmaları ve disipline çok açık olmamalarıdır. Kendi düzenlerini kendileri kurmak isterler. Eğer esnek bir yönetici değilseniz, Z kuşağı ile çalışmayı yeniden gözden geçirmelisiniz. Kalıpları sevmeyen, kendi çalışma stilini yaratma arzusunda yepyeni bir nesil sözünü ettiğimiz.

Teknoloji nesli adıyla da bilinen bu neslin elbette ki olumsuz özellikleri de bulunuyor. Öncelikle ekibinizde bir Z kuşağı varsa, güven konusunda sorun yaşayabilirsiniz. Zira kendileri çok hızlı karar alabilen, kendisine sunulan tüm imkanları elinin tersiyle iterek hayallerinin peşinden koşabilen gözü kara bir kuşak. Ayrıca sadakat duyguları da X ve Y kuşağına oranla çok çok az. Organizasyon şemasında, Z kuşağı çalışanın yerine muhakkak yedekleme yapmalısınız. Aksi takdirde iş akışlarında aksamalar yaşayabilir ve zor durumda kalabilirsiniz.

Sanal ortamdan para kazanmak, online iş mülakatlarına dahil olarak yurt dışında iş imkanları yaratmak ve iş değiştirmekten asla korkmamak Z kuşağının en bilinen özellikleri arasında. Tüm bunların yanı sıra size iyi bir de haberimiz var: Yepyeni bir projeye giriştiyseniz, farklılıklar yaratmak ve değişim adına, sırtınızı Z kuşağına yaslayabilirsiniz. Bağımsız ruhlarının verdiği sınırsız hayal güçleri  ve yaratıcılıkları ile ekibinize taze bir kan gerekiyorsa işte o bir Z kuşağı.

Gelinlik seçimi düğün hazırlıkları içindeki belki de en zor olanı. O kadar çok seçenek var ki, denedikçe kafalar daha da karışıyor. Peki bu karışık süreci, seçenekleri daraltarak kolaylaştırmaya ne dersiniz? Doğru gelinlik seçimi için neler yapılabilir okuyalım o zaman:

  • Mekana Göre Gelinlik : Tabii ki düğün sizin, gelinlik sizin. İstediğiniz gelinliği istediğiniz mekanda giyebilirsiniz. Ancak düğün tarzınızla uyumlu bir gelinlik seçimi daha hoş bir atmosfer yaratacaktır. Bazı gelinlikler kapalı mekanlarda daha çok tercih edilebilirken, bazıları açık mekanlara daha fazla hitap eder. Prenses modeller ve A kesim modeller balo salonları ile daha uyumlu bir profil oluştururken, uçuş uçuş etekli fresh bir gelinlik kır düğünlerinde farkını daha iyi yansıtabilir, kumsal düğünlerinde bohem ve etnik modeller tercih edilebilir,  kısa gelinlikler ise çılgın partiler için uygun birer seçim olabilir.

  • Vücut Tipinize Göre Gelinlik : Her kıyafetin her vücuda yakışmayacağını hepimiz biliriz aslında ama bazen yine de o kıyafeti alırız. Gelinlikte bu riske girmemenizi öneriririz. Çünkü düğününüz hayatınızın en özel günü ve telafisi olmayacak. Vücut tipinizi göz önüne alarak ona göre gelinlik seçiminizi yapmaya çalışın. Karın bölgenizde fazlalıklarınız yok ise rahatlıkla Balık Modelleri tercih edebilirsiniz veya büyük göğüslü gelinler için derin göğüs dekoltesi yerine sırt dekoltesi tercih edilebilir. Sizin vücudunuz hangi gelinliği daha iyi taşıyabilir seçiminizi yaparken buna odaklanın.

  • Müzik Tarzına Göre Gelinlik : Vur patlasın çal oynasın bir düğün mü planlıyorsunuz, yoksa kokteyl tarzında hafif müzikler ve trio ekibinin olduğu bir düğün mü? Eğer düğününüzde yerinizde oturmayacak bir gelin olacaksanız, kuyruklu bir gelinlik size devamlı problem oluşturacaktır, daha kısa bir kuyruk ve kısa bir duvak tercih etmelisiniz.
  • Modaya Göre Gelinlik : Moda sizin için her daim ön planda ise, gelinlik defilelerini atlamayın deriz. Her sene değişen gelinlik modasında 2020 yılında kabarık omuzlar, tek omuzlu modeller, tüy detaylı tasarımlar, rengarenk narin işlemeler ve asimetrik modeller ön planda. 

   

           Senelerdir hayaliniz olan bir model deneyince size yakışmayabilir. Öte yandan hiç aklınızda olmayan bir model belki tam size göredir. Gelinlik seçiminde verilebilecek en iyi öneri, yukarıdaki kriterleri de göz önüne alarak hiç bir gelinlik için ön yargılı olmamak ve her modelden en az bir tane denemek. Bu zorlu ve keyifli seçimde kolaylıklar sizinle olsun.

Kontinans Derneği Başkanı Prof. Dr. Tufan Tarcan, kök hücre tedavisinin idrar kaçıran tüm hasta gruplarında büyük umut yarattığını ifade etti. Laboratuvar çalışmaları ve hayvan modellerinde belli bir seviyeye gelindiğini belirten Prof. Dr. Tufan Tarcan, “Bu uygulama kısa dönemde etkili gözükse de uzun dönemde başarısızlıkla sonuçlandı ve hastalarda anlamlı bir fayda elde edilemedi. Henüz hastalarımıza güvenle sunacağımız bir tedavi alternatifi olamadı. Bu konuda daha çok araştırmaya ihtiyacımız olduğu görünüyor.” diye konuştu.

Kontinans Derneği Başkanı Prof. Dr. Tufan Tarcan, kök hücre tedavisi ve idrar kaçırma üzerine önemli açıklamalarda bulundu. Kök hücre tedavisinin idrar kaçırmaya gelecekte çare olacağıyla ilgili bir şey söylemenin bu noktada çok zor olduğunu belirten Prof. Dr. Tufan Tarcan, “Şu anda araştırmalar devam ediyor. Ancak tıp alanında hastalar üzerinde henüz rutinde uygulamaya geçemedik.” dedi.

“Kök hücre tedavisinin amacının insan vücudunda işlevini kaybetmiş bir organı ya da onun spesifik bir işlev gören bir kısmını insan vücudunda veya laboratuvar ortamında kök hücrelerin istenilen yönde farklılaşmasını sağlayarak yeniden geliştirmek ve böylece kaybolan organ işlevini yeniden sağlamaktır.” diye açıklayan Kontinans Derneği Başkanı Prof. Dr. Tufan Tarcan, “Kök hücre tedavisinin günümüzdeki en başarılı ve geçerli örneği kemik iliği transplantasyonudur. Bunun dışında birçok alanda kök hücre tedavileri üzerinde çalışmalara devam edilmektedir.” diye konuştu.

Fonksiyonel ürolojik hastalıklarda son 30 yılın araştırma konusu

Fonksiyonel ürolojik hastalıklarda, kök hücre tedavileri ve organ mühendisliği son 30 yılın araştırma konusu olduğunu ve 3 grupta yoğunlaştığını ifade eden Prof. Dr. Tufan Tarcan şöyle devam etti: “Erkeklerde sertleşme bozukluğu tedavisi, idrar tutma yeteneğini kaybetmiş çizgili kastan oluşan dış üretral sfinkterin tamiri, depolama veya boşaltma yeteneğini kalıcı olarak kaybetmiş mesane yerine doku mühendisliği ile yeni mesane yapılması şeklinde sıralayabiliriz.”

İlk iki maddede araştırmaların klinik uygulama safhasına geldiğini ancak uzun dönem başarıların henüz elde edilemediğini ifade eden Kontinans Derneği Başkanı Prof. Dr. Tufan Tarcan, “Bu tür uygulamaları henüz araştırma safhasında kabul ediyoruz. Diğer taraftan, üçüncü madde yani doku mühendisliği ile yeni mesane yapılması ise henüz laboratuvar ve hayvan deneyleri aşamasında kalmış ve klinik araştırma safhasına geçememiştir.” diye konuştu.

Prof. Dr. Tufan Tarcan, üretral sfinktere kök hücre uygulamasında amaçlanan noktayı ise şu şekilde paylaştı: “Bazı durumlarda idrar tutma mekanizmasının en önemli komponenti olan dış üretral sfinkter zayıflayabiliyor; hatta tamamen işlevini kaybedebiliyor. Sfinkter yapısı zayıfladığında hastalarımız öksürmekle, gülmekle, hapşırmakla ya da hareketle idrar kaçırmaya başlıyor. En çok kadınlarda yaş almakla ve çocuk doğurmakla artan şekilde gördüğümüz bu durum, erkeklerde de prostat kanseri tedavisi için uyguladığımız radikal prostatektomi operasyonları sonrası görülebiliyor. Sfinkter zayıflığına bağlı idrar kaçırma bazen de altta yatan multiple skleroz (MS) veya spina bifida gibi nörolojik hastalıklarda da görülebiliyor. Hatta, bazen sfinkter işlevi tamamen kaybolabiliyor ve bu hastalar mesanelerinde hiç idrar biriktiremiyorlar; devamlı idrar kaçırıyorlar. İdrar toplamak için tasarlanmış ve üretilmiş mesane pedleri bu hasta grubunda ilk çare olarak göze çarpıyor. Ancak bizim amacımız hastayı tam kuru hale getirmek olduğundan, bu konuda uzmanlaşmış merkezlerde komplike ameliyatları gerçekleştirmemiz gerekiyor. Bu nedenle, kök hücre tedavisi ile sfinkter işlevinin yeniden sağlanması, stres veya total idrar kaçıran tüm hasta gruplarında büyük umut yaratıyor. Bu konuda laboratuvar çalışmaları ve hayvan modellerinde belli bir seviyeye gelindi. İnsanlarda da laboratuvar ortamında geliştirilen kas hücreleri sfinkter kası içine enjekte edildi. Ancak bu uygulama kısa dönemde etkili gözükse de uzun dönemde başarısızlıkla sonuçlandı ve hastalarda anlamlı bir fayda elde edilemedi. Dolayısıyla henüz hastalarımıza güvenle sunacağımız bir tedavi alternatifi olamadı. Bu konuda daha çok araştırmaya ihtiyacımız olduğu görünüyor.”

Yeni mesane fikri tüm ürologları heyecanlandırıyor

Prof. Dr. Tufan Tarcan sözlerine şöyle devam etti: “Laboratuvarda yeni mesane üretilip hastaya transplante edilmesi fikri tüm ürologları heyecanlandırıyor. Bu araştırmaları duyan hastalarımız da bekleyiş içindeler. Ancak ne yazık ki yeni mesane mühendisliği ile ilgili temel ve klinik çalışmalar başarısız oldu. Başarıya ulaşmak için daha uzun bir zamana ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Kısaca hangi hastalıklarda doku mühendisliği ile geliştirilen yeni mesane uygulamasının çığır açabileceğini özetleyeyim. Özellikle spinal kord yaralanması, spina bifida ve şeker hastalığı gibi durumlarda bazen de açıklanamayan idiyopatik durumlarda mesane depolama ve boşaltım işlevini yitiriyor. Ya da mesane kanseri nedeniyle mesaneyi almak zorunda kalıyoruz. Bu durumlarda bağırsaktan yeni mesane yapmak ve depolama işlevini böylece kurtarmak mümkün ancak bağırsaktan yapılan yeni mesanede mesane duyumu olmuyor ve mesane kasılıp idrarı boşaltamıyor. Bu nedenle temiz aralıklı kateterizasyon yöntemi ile hasta günde 6 kez kendi kendine sondalama uygulayarak mesanesini boşaltıyor. Bu işlem ömür boyu yapılmak zorunda. Eğer doku mühendisliği ile mesanenin duyumu ve kasılmasını sağlayan bir yeni mesane oluşturulabilirse hastalarımız temiz aralıklı kateterizasyon yöntemi ile mesanelerini boşaltmak zorunda kalmayacak ve normal işeme gerçekleşebilecek. Maalesef, doku mühendisliği ile henüz hissedebilen ve kasılabilen bir mesane yapılamadı. Ancak, araştırmalar devam ediyor.”

Anne babalar son dönemlerde kendilerini ve çocuklarını Covid-19’dan korumak için pek çok önlem alıyor. Ancak bu mevsimde çocukları bekleyen tehlikeler arasında sadece koronavirüs değil, yaz hastalıkları ve kazalar da bulunuyor. Yazın güneşli günlerinde, yeşil alanlarda ya da denizde geçirilen vakitler her ne kadar eğlenceli olsa da, dikkat edilmediği takdirde pek çok olumsuz durumu beraberinde getirebiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Doç. Dr. Ercan Tutak, çocuklarda görülen yaz hastalıkları ve bu dönemde sık yaşanan kazalar hakkında bilgi verdi:

Güneş Çarpması :

Tatilde çocuklar vakitlerinin önemli bir kısmını dışarıda geçirmektedir. Kimi zaman park kimi zaman da deniz kenarında ya da havuzda geçirilen bu sürenin ne kadar ve hangi saat aralığında olduğuna dikkat edilmelidir. Güneşin tam tepede olduğu ve
yeryüzüne ışınların dik olarak geldiği öğle saatleri, güneş çarpması için en riskli zaman dilimidir. Özellikle bu saatlerde oyuna dalıp uzun süre güneşte kalınması sıvı kaybına neden olabilir. Güneş çarpmasından şüpheleniliyorsa bu belirtilere
dikkat edilmelidir:

* Ağızda kuruluk
* Halsizlik, bitkinlik, yorgunluk
* Baş ağrısı
* Baş dönmesi
* İleri evrelerde bayılma, şuur kaybı

Güneş çarpmasına karşı alınabilecek önlemler: Riskin en fazla olduğu öğle saatlerinde evde kalmak ya da gölgede zaman geçirmek güneş çarpmasına karşı alınabilecek en önemli önlemlerdir. Ancak belirtileri gösteren çocuklar varsa hemen serin bir yerde istirahat etmesi sağlanmalıdır. Çocuklar, az az ve sık sık beslenmelidir. Sıvı tüketimi artırılmalı ve baş ağrısını ifade edebilen çocuklara parasetamol içerikli ağrı kesiciler verilmelidir. Ayrıca ılık suyla duş almak da faydalı olacaktır.

İshal

Yaz aylarında su tüketiminin fazla olması nedeniyle midenin asit içeriği biraz seyrelir. Ağızdan iyi yıkanmamış yiyeceklerle
alınan mikroplar da kolaylıkla bağırsaklara geçer. Bu durum bağırsaklarda çok sayıda mikrop oluşmasına neden olur ve bağırsak hareketlerini artırarak ishal ya da kusmaya yol açar. Alınan mikrobun türüne göre bazen kanlı ishal ve ateş de olabilir. Bu durumda vakit kaybetmeden doktora başvurulmalıdır. Hafif ishal tabloları evde tedavi edilebilir.

İshale karşı alınabilecek önlemler : Her türlü ishalde kaybedilen sıvı miktarı mutlaka yerine konulmalıdır. Bu süreçte bol su tüketimine dikkat edilmelidir. Bunun dışında şeker, tuz, karbonat ve su karışımı da doktora danışılarak hazırlanabilir. Kan içermeyen ishalin tedavisinde ağızdan azar azar, sık su alımı önemlidir. Kusma durumunda kaybedilen sıvı yerine damardan konulmaktadır. Bu nedenle doktora başvurulmalıdır. İshal durumunda ayrıca meyve suyu ve asitli içeceklerden uzak durulmalıdır.

Kene Isırması

Piknik alanlarında kene riski yüksektir. Yaz aylarında kene tehlikesine karşı önlem alınması çok önemlidir. Özellikle piknik alanlarında geçirilen bir hafta sonunun ardından cilde siyah bir noktanın yapıştığı görülüyorsa mutlaka doktora gidilmelidir. Cilde baş kısmını gömen kene buradan emdiği kanla beslenerek giderek büyür. Kene ısırmasında en korkulan hastalık “Kırım Kongo Kanamalı” ateş hastalığıdır. Ancak her kene bu mikrobu taşımaz. Türkiye’de özellikle iç Anadolu ve Karadeniz’in iç kısımları özellikle Tokat yöresi hastalık taşıyan kenelerin yaşadıkları bölgelerdir.

Kenenin çıkarılması için sağlık merkezine gidilmelidir. Kene vücutta görüldüğünde bir sağlık merkezine başvurulmalıdır. Bu konuda tecrübeli bir uzman tarafından kenenin çıkarılması önemlidir. Ayrıca kan sayımı yapılarak; ateş, ishal, halsizlik gibi herhangi bir belirti varsa değerlendirilmelidir. Akrep, yılan sokması artık pek sık karşılaşılan durumlar olmasa da, zehirli olup olmadığının ayırt edilmesi açısından doktora gidilmelidir.

Önlem olarak : Kıyafetlere leylak yağı içeren solüsyonlar sürebilirsiniz. Karınca, pire, tahtakurusu, sivrisinek sokma ve ısırmalarında ise önceden önlem alınmalıdır. Özellikle bu tür haşerelerin  bol olduğu bir yere gidilecekse kovucu olarak leylak yağı eczanelerden temin edilebilir. Bu yağ mümkünse dışarı çıkılmadan önce çocukların elbiselerine sürülmelidir. Alınan tedbire rağmen ısırılma gerçekleştiyse antihistaminik adı verilen kaşıntı önleyici bir şurup ve lokal sürülecek bir kaşıntı giderici merhem çocuğu rahatlatacaktır.

Çarpmalar :

Çocukların en sık düşme ve çarpmaya maruz kaldıkları ikinci dönem, emekleme ve özelikle de yeni yürümeye başladıkları süreçtir. Ev ortamı yeni yeni emekleyen ve yürümeye başlayan çocuğa göre ayarlanmalı, alçakta yer alan elektrik prizleri çocuk
kilitleri ile kapatılmalı, etrafta yer alan sivri- kesici eşyalar ortadan kaldırılmalıdır. Ufak tefek çarpmalar sonucunda oluşan morluklar için buz uygulaması cilt altı kanamanın toplanmasını ve yayılmamasını sağlar, ağrıyı alır. Kanamalı bir yara varsa
üzerine bir tampon koyup doktora başvurmalıdır.

Havuz yerine deniz tercih edin: 

Çocukların havuza girmesi özellikle son dönemlerde koronavirüs tehlikesi nedeniyle önerilmemektedir. Buna karşın temizliğinden emin olunan denizler tercih edilebilir. Ancak suya girilen saatlere ve denizde geçirilen süreye dikkat
edilmelidir. Güneş ışınlarının dik geldiği vakitlerde denize gidilmemeli, dışarı çıkılmadan en az 15 dakika önce önce
çocuklar için uygun olun güneş koruyucular cilde sürülmeli ve denize her girip çıkıldığında yenilenmelidir. Ayrıca şapka ve
gözlük gibi fiziksel koruyuculardan da destek alınmalıdır.

Tatile çıkmadan bir ilkyardım çantası hazırlayın:

Tatilde hem çocuğunuzun keyfinin kaçmaması hem de oluşabilecek her türlü kaza ya da hastalığa karşı önceden önlem alınmasında fayda vardır. Bunun için tatile özel bir ilkyardım çantası hazırlanabilir. Bu çantada özellikle şunlar olmalıdır:

  • Güneş yanıklarından korumak için yüksek koruyucu faktör içeren bir güneş kremi.
  • Ateşli bir hastalığa karşı parasetamol içeren bir ateş düşürücü şurup ve fitil.
  • Böcek sinek sokmalarına karşı sinek kovucu solüsyon, antihistaminik.
  • Mide–bağırsak enfeksiyonlarına karşı kusma giderici bir fitil.
  • İshal durumunda koruyucu prebiyotik içeren bir toz veya damla.
  • Bazı travmalarda bölgenin üzerine konulması için buz paketi.
  • Açık ve kanamalı yaralarda doktora gidene kadar kullanılabilecek steril gazlı bez.

İşverenler tarafından daha az bilinen devlet üniversitelerinden yeni mezun gençlere fırsat vermeyi hedefleyen İlk Fırsat Programı 2020 yılında 26 Sivil Toplum Kuruluşu’nda 55 gence daha ilk iş deneyimi sağlayacak.

Şevket Sabancı ve ailesi tarafından sürdürülebilir sosyal yatırımlar yaparak ülkemizin kalkınmasına katkıda bulunmak amacıyla kurulan Esas Sosyal, üniversite eğitimlerini tamamlayıp işe giremeyen gençlerin işsizlik sorununa çözüm modeli oluşturmak amacıyla 2016 yılında “İlk Fırsat Programı”nı başlattı. Az bilinen devlet üniversitelerinden yeni mezun gençlere ilk iş deneyimi sağlamak için hayata geçirilen İlk Fırsat Programı’nın yeni dönem başvuruları 06 Temmuz 2020 tarihinde başladı.

TÜİK 2019 verilerine göre, Türkiye’de üniversite eğitimi almış gençler arasında işsizlik oranı %36. Bu gençler emek verip eğitim alıyorlar ama iş bulmakta büyük güçlük çekiyorlar. Esas Sosyal, 2014 yılından başlayarak bugüne kadar 30’a yakın araştırma gerçekleştirdi. Araştırmalar, özellikle Anadolu’daki devlet üniversitelerinden yeni mezun gençlerin, ilk işlerini ararken daha fazla fırsat eşitsizliğiyle karşılaştığını gösteriyor. Ayrıca az bilinen devlet üniversitelerinden mezun gençlerin iş bulma süresi, kamuda iş bulma ve hane halkı geliri açısından diğer üniversitelere göre daha dezavantajlı olduğu da vurgulanıyor.

İlk Fırsat Programı kapsamında bugüne kadar 95 genç, Türkiye’nin önde gelen sivil toplum kuruluşlarında 12 aylık tam zamanlı, maaşlı iş deneyimlerini tamamladılar. İlk Fırsat mezunlarının, program bitmeden yeni iş teklifi alma oranı %82 olurken, programı bitirdikten sonraki 3 ay içinde istihdam oranları %93 olarak gerçekleşti.

İlk Fırsat mezunlarının %60’ı özel sektörde işe başladılar. İşe girdikleri kurumlar arasında; Aksigorta, Aktek Bilişim, Ayakkabı Dünyası, BDO, Bilgi Üniversitesi, Boyner Grup, Coşkunöz Holding, Doğuş Teknoloji, EY Türkiye, Koç Sistem, LC Waikiki, Lobby PR Ajansı, Mazars Denge, PwC, Related Digital, Sanko Holding, Trendyol, Topkapı Endüstri ve Worthington Industries gibi çok değerli kurumlar bulunuyor. Gençlerin %40’ı STK’larda çalışmaya devam ediyor.

İlk Fırsat Programı ile dört yıl gibi kısa bir sürede; katılımcılar, iş veren STK’lar, eğitmenler, mentorluk desteği veren profesyoneller ve kurumsal destekçilerle 400 kişinin dahil olduğu güçlü bir ekosistem yaratıldı.

İlk Fırsat Programı’nın yeni dönem başvuruları 7 Ağustos 2020’ye kadar sürecek.

İşverenler tarafından daha az bilinen devlet üniversitelerinden yeni mezun gençlere fırsat vermeyi hedefleyen İlk Fırsat Programı, işbirliği yapılan sivil toplum kuruluşlarının kurumsal iletişim, muhasebe & finans, insan kaynakları, idari işler, satın alma, bilgi teknolojileri ve kaynak/iş geliştirme gibi özel sektörde de karşılığı olan fonksiyonel departmanlarda, gençlerin 12 ay tam zamanlı çalışarak işbaşı deneyimi kazanmalarına fırsat sunuyor. İlk Fırsat katılımcılarının STK’larda çalıştıkları süre boyunca maaşları, Esas Sosyal ve Esas Sosyal’in vizyonunu paylaşan 20 Kurumsal Destekçi tarafından karşılanıyor.

Yeni mezun gençler, başvuru süreçlerini takiben online mülakatlara dahil olacaklar, işe uyum ve kişilik envanteri aşamalarından geçecekler. Program kapsamında 2020 yılında 26 sivil toplum kuruluşunda 55 gence ilk iş deneyimi sağlanacak. Programa kabul edilen gençler, oryantasyon programının ardından 2 Kasım tarihinde STK’larda kabul edildikleri pozisyonlarda iş başı yapacaklar.

Programa kabul edilen tüm katılımcılar, İlk Fırsat Akademisi kapsamında 250 saatten fazla 21. yüzyıl becerileri, İngilizce ve Office Programları eğitimleri alacaklar; mentorluk desteği ve mülakat etkinlikleri ile iş arama süreçlerine hazırlanacaklar.

İlk Fırsat Programı’na, 20-25 yaş arasında (1 Ocak 1996-31 Aralık 2000 arasında doğanlar), devlet üniversitesinden yeni mezun olan gençler başvurabiliyor. Mezunların diploma notunun 4’lük sisteme wagöre en az 2,5/ 100’lük sistemde en az 65 puan olması ve daha önce tam zamanlı çalışmamış olmaları bekleniyor. Gönüllü olarak sivil toplum kuruluşlarında ya da kulüp çalışmalarında görev almış, staj yapmış ve/veya burs almış öğrenciler öncelikli olarak değerlendiriliyor.

Program ile ilgili tüm detaylara www.ilkfirsat.org adresinden ulaşılabilir.

Esas Sosyal Hakkında:

Esas Sosyal, Şevket Sabancı ve ailesinin hayırseverlik anlayışı ile yola çıktığı sosyal yatırımlarının kapsamını genişletmek ve yönetmek amacıyla kurulan sosyal yatırım birimidir. Türkiye’nin sorunlarını ve toplumun ihtiyaçlarını anlayıp, çözümler üretmeyi hedefleyen Esas Sosyal, dünyada mevcut olan sosyal etki yatırımı anlayışının Türkiye’deki örneğidir. 2015 yılında kurulan ve Esas Holding YK Başkan Vekili Emine Sabancı Kamışlı’nın Kurucular Kurulu Başkanlığını yaptığı Esas Sosyal’in ilk sosyal yatırım alanı gençlik ve istihdam olarak belirlendi; uygulama modeli olarak da 2016 yılında İlk Fırsat Programı hayata geçirildi.