Yazar

womanlogy

Yazılar

Yönetmenliğini George Miller’in üstlendiği; ilki 2006, ikincisi 2011 yapımı olan animasyon türündeki Happy Feet – Neşeli Ayaklar filmi hala ailece izlenebilecek en güzel animasyon filmlerinden. 7 Yaş üstü çocukların izleyebileceği şekilde kurgulanmış film, yetişkinlerin dünyasında da altın harfler ile yazılabilecek mesajlar içeriyor. Küçük Prens kitabının çocuklar için yazılıp, yetişkinlere daha çok mesaj vermesi gibi; bu filmin de karmaşık ilişkiler yumağında boğulan ve kendi olarak kalmaya çalışan yetişkin insanlara öğreteceği çok ders var. İşte küçük penguenlerin dünyası Neşeli Ayaklar’ın bizlere mesajı:

  • Toplumda herkes aynı şeyi söylüyorsa bu senin yanlış söylediğin anlamına gelmez.
  • Herkes kendisini tek bir şekilde ifade ediyorsa bu senin de böyle yapmak zorunda olduğun anlamına gelmez.
  • Bazen gitmen, geri geldiğinde seni daha güçlü kılar.
  • Gerçek aşkın eğer yeterince gerçekse seni olduğun gibi kabul eder ve değiştirmeye çalışmaktansa seninle birlikte dışarıya karşı savaşır.
  • Annen, seni tüm hayallerin ve yeteneklerin konusunda destekleyecek yegane kişidir, hem de en saçma hayallerinde bile.
  • Farklısın ve bu bir suç değil.
  • Gelenekler bize her zaman doğruyu yaptırmaz.
  • Keşfetmeye önce kendinden başla.
  • Dışlanmana yarayan bu farklılığın sayesinde bir gün toplumu kurtarmış olarak bulabilirsin kendini.

Yaza bu kadar az kalmışken eve sıkıştığımız bu günlerde en sık yaptığımız aktivitelerden biri de  yeni yemekler denemek ve elbette afiyetle yemek. Bunun üzerine hareketsizlik de eklenince kaçınılmaz kilolara inat,  yağ yakımını hızlandıran 5 besini sizlerle paylaşmamak olmaz :

  • Greyfurt : Suyunu sıkmak yerine, posası ile tüketmeniz önerilen greyfurt tam bir metabolizma dostu. Düşük kalorisi ve lifli yapısı ile yağ yakımını hızlandırmasının yanında, güçlü bir antioksidan ve C vitamini deposu greyfurtu öğünlerinize eklemeniz için sebebiniz ne kadar da çok.

 

  • Limon : Hazmı kolaylaştırması ile tanınan limon suyu en iyi dostlarınızdan biri. Özellikle sabahları ılık suya sıkacağınız limon suyu sindirim konusunda size tam destek veriyor. Tansiyon, astım, kanser gibi pek çok hastalığa karşı sayısız faydası ise cabası.
  • Kırmızı biber : Sindirimi hızlandıran, posa içeriği yüksek  lezzeti ile baş döndüren kırmızı biber hepimizin baş tacı. Kırmızı biberin acısını seviyorsanız ise, tam isabet.

 

  • Zencefil :  İştah kesici özelliği ile obezite tedavilerinde kullanılmakta olan amfetabin adlı maddeyi içerisinde bulunduran zencefil, açlık hissine gidermekle kalmayıp, metabolizmayı da hızlandırarak size adeta en büyük iyiliklerden birini yapıyor. Stres hormonu ve bel bölgesi yağlanmasına sebep olan kortizol ise zencefil ile azalıyor. Rendelenmiş taze zencefili ve bir kaşık balı kaynamış suya ekleyip 5 dakika bekleterek tüketebilirsiniz.
  • Tarçın : Yüksek oranda lif içeren tarçın, tokluk hissinin daha uzun sürmesini sağlar ve yemek yeme isteğini törpüler. Aynı zamanda yemekten önce tükettiğinizde mideyi rahatlatan bu aromatik bitki ağız kokusunun da önüne geçiyor.

 

Besinlerin zayıflama konusunda tek başına yeterli olmadıklarını elbette biliyoruz. Aynı zamanda belli rutinlerde yapacağınız egzersiz ve yürüyüş ile zayıflama sürecinizi hızlandırmayı ihmal etmeyiniz 🙂

Kahvaltılarda veya 5 çayı atıştırmalarında farklı ve kolay ne yapsam diye düşünüyorsanız bu tarif tam size göre.  Kolay pişi tarifi ile sizelere çok kısa sürede hazırlayabileceğiniz bir seçenek sunuyoruz. Sadece süt, un ve tuzla evde kolaylıkla hazırlayabileceğiniz bu tarifi bir kenara not almayı unutmayın.

Malzemeler:

1 su bardağı süt

3 su bardağı un

1 tatlı kaşığı kabartma tozu

1 çay kaşığı tuz

2 su bardağı sıvı yağ

Hazırlanışı:

Hamur yoğurmaya da uygun bir tane karıştırma kabının içine 1 su bardağı süt, 1 tatlı kaşığı kabartma tozu ve 1 çay kaşığı tuz eklenilir ve iyice karıştırılır. Üzerine yavaş yavaş karıştırarak 3 su bardağı un eklenir ve kaşık yardımıyla hamur toparlanır. Daha sonra hamur el ile yoğurulur ve hem kaba hem de ele yapışmayacak kıvama geldiğinde bir tane tezgahın üzerine alınır.  Hamur iki parçaya bölünür ve bir merdane veya oklava yardımıyla açılmaya başlanır. Hamur çok ince açılmamalıdır. Kalınlığı yarım santimetre olunca bir bıçak yardımı ile veya farklı şekiller vermek istiyorsanız bir bardak veya şekilli kalıplar aracılığı ile dilimlenir, kesilir. Kesilen parçalar bir tavada kızdırılmış 2 su bardağı yağ içerisinde (tavanız daha küçükse daha az yağ da kullanabilirsiniz) kızartılır. Yanmadan pişirebilmek için kabaran pişiler çevrilerek pişirilmeli ve kabaranlar patlamadan alınmalıdır.  Çok kısa sürede pişecek olan pişilerinizin yanına en çok çay yakışır. Afiyet olsun.

Bir Türk yemekleri klasiği olan kavurmalı pilav daha çok mevlitlerde, düğünlerde ne ikram edilir diye düşünenlerin tercihi. Kalabalık misafir gruplarına tek porsiyon servisler halinde ikram edilen kavurmalı pilavın lezzetli yapılışının sırları var.  Evde aileniz için hazırlayabileceğiniz kavurmalı pilavın kolay ve en lezzetli yapılışı:

Malzemeler:

500 gr kuşbaşı et (kuzu olması tercih edilir)

2 su bardağı pirinç

4 su bardağı su

4 yemek kaşığı tereyağı

Tuz

Karabiber

Hazırlanışı:

500 gr kuşbaşı eti düdüklü tencereye alın ve üzerine 4 su bardağı suyu ekleyerek pişirin. Haşlanan etleri düdüklü tencereden tavaya alın. Tavaya 2 yemek kaşığı tereyağını ekleyin ve etleri tereyağında kavurun. üzerine tuz ve karabiber ekleyin ve iyice karıştırın.

Pilavı için bir tencereye 2 yemek kaşığı tereyağını koyun ve eritin. Üzerine önceden yıkanmış 2 su bardağı pirinci ekleyin. Etleri haşlamakta kullandığınız sudan 3 su bardağı suyu pirincin üzerine dökün. Tuzunu da ekleyerek orta ateşte pişirin.

Servis yaparken bir tane çorba kasesinin içine önce etleri koyun, üzerini pilavla doldurun ve tabağın üzerine ters gelecek şekilde çevirin.

İyi bir kavurmalı pilavın sırrı etlerin çok iyi pişmiş olması ve pilavın et suyu ile pişirilmiş olmasıdır. Her ikisinde de tereyağı olması ayrıca lezzet verecektir. Yanına en çok ayran yakışır. Afiyet olsun.

Anne-bebek üzerine, “bidunyacocuk” hesabında özgün içeriklerini paylaşarak pek çok anneyi aydınlatan  popüler blogger Burcu Ertürk Teke ile yaptığımız keyifli röportaj sizlerle…

Soru 1. Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
Ben Burcu Ertürk Teke. 32 yaşındayım. 4 yaşında bir kızım var. Daha önce İzmir’de yaşıyorduk. 5 aydır Münih’te yaşıyoruz. İşletme mezunuyum. Şuan çalışmıyorum.

Soru 2. “bidunyacocuk”u oluşturmaya nasıl karar verdiniz? Çıkış noktanız neydi? Neden bu ismi seçtiniz?

Aslında Emzirme Sanatı facebook grubunda yöneticilikle başladım annelere yardım etmeye. Daha sonra ilgi alanım genişledi. Ebeveynliğin her alanı ile ilgilenmeye, okumaya, çeviriler yapmaya ve yazmaya başladım. Arkadaşlarım bir blog açıp yazmamın daha çok insana ulaşmamda faydalı olacağını söylediler. Böylece blog fikri oluşmaya başladı. Çocukların bambaşka bir dünyaları olduğunu, hem de onların içlerinde bütün dünyayı barındırdıklarını, çok bilge doğduklarını düşünüyorum. Bizler onların yolculuklarına eşlik ve gerektiğinde de rehberlik ediyoruz. Bu yüzden bütün bunları kapsayan bir isim ararken aklıma bidünyaçocuk geldi. Öyle bir anda. Bu isimle blog açmaya karar verdim. Bloga eşlik edecek instagram ve facebook hesapları da açıp buralardan paylaşım yapmaya başladım. Bugün buralara gelmeyi hiç beklemiyordum açıkçası. Daha çok ebeveyne ulaşabildiğim için çok mutluyum.

Soru 3. Kendi çocuğunuz ile ilişkinizde en çok neler sizi zorladı?Zorlandığınızda neler sizi motive ediyordu?

Beni en çok kendi tetiklenmelerim zorladı. Bebeklerin doğası gereği sık uyanmaları, uykuya zor dalmaları, sık sık emmek istemeleri, kucak istemeleri, ihtiyaçlarını erteleyememeleri, ağlamaları, sınırları zorlamaları hepsi normal. Başlangıç olarak bunların normal olduğunu bilmek ve kabul etmek işimi çok kolaylaştırdı. Bunlarla ebeveyn olarak başa çıkmaya çalışırken de kendi tetiklenmelerimle yüzleştim. Onun zorlanmalarını regüle etmem (duygularını dengeye getirmem) için önce kendimi regüle etmeyi öğrenmem gerekti. Ben hep kendimle ilgili çalıştım. Kendi duygularım, kendi tetiklerim, kendi sabırsızlıklarım, kendimde değiştirmem gereken şeyler hakkında çalıştım. Ben kendime yatırım yaptıkça kızımla ilişkimde daha kolay yol aldım. Bu biten bir süreç değil elbette. Her geçen gün büyüyor, dolayısıyla zorlandığı konular da değişiyor. Ben de her yeni durumla ilgili kendi adımlarımı atarken bazen hala çok zorlanıyorum. Bazen bildiğim şeyleri yapamıyorum. Ama önemli olanın her zaman her şeyi doğru yapmak değil, iletişimi ve bağı korumak için çaba göstermek olduğuna inanıyorum. Beni motive eden şey her zaman çabamın kıymetli ve telafinin mümkün olduğunu bilmem oldu. Hata yapabilirim, çünkü insanım. Mükemmellik beklentim yok ne kendimden ne de çocuğumdan. Beraber zorlanıp, beraber hatalar yapıp yine beraber iyileşiyoruz.

Soru 4. Bağ odaklı ebeveynlik sizce nedir? Kendi çocuğunuz ile bu bağı nasıl kurdunuz?

Bağ odaklı ebeveynlik, çocuğu edilgen kabul etmeyen ebeveynlik bence. Çocuk, bedeninin ve ruhunun ihtiyaçlarını yenidoğanken dahi çok iyi bilen ve yapabildiği her şekilde bunları talep etmekten hiç vazgeçmeyen çok bilge bir varlık. Bağ odaklı ebeveynlik çocuğun bu içten getirdiği bilgeliği kabul eder ve onun ihtiyaçlarını görüp, istikrarlı bir şekilde gidermeye çalışmanın bağı oluşturan şey olduğunu söyler. Ben sadece bunu yaptım. Çocuğumun ihtiyaçlarını görüp dinlemeye çalıştım. Ona ihtiyacı olanı verebilmek için çabaladım. Birilerinin ” bu yanlış, böyle olmamalı” söylemleri hep arka planda kaldı benim için. Okudum, dinledim, araştırdım ama günün sonunda çocuğuma döndüm yüzümü. Onun bana ne dediğine baktım. Hiçbir zaman da yanıltmadı beni bu yaklaşım. Bağ odaklı ebeveynliğin özünde aslında tek bir yol gösterici öğretisi var, o da “Kendi çocuğunu oku.” Bunun yanında elbette yardımcı olacak başka araçlar da var ama bu ebeveynlik biçimini kendime yakın bulma sebebim, hiçbir konuda dayatma olmaması ve her ailenin kendine özel olduğunu kabul etmesi. W. Sears “Doğal Ebeveynlik” kitabı bütün bu araçları ve yaklaşımı çok güzel özetleyen bir kaynak. Merak edenler bence bu kitapla başlayabilirler araştırmaya.

Soru 5. Hamile ve çocuğunu büyütmüş annelere önerileriniz nedir? Neyi yapsınlar ve neyi asla yapmasınlar?

Biraz ironik bir cevap vereceğim. Bence hiç bir anne adayı ve anne, kimsenin dediğini yapmamalı, ben dahil. Bol bol okumalarını tavsiye edebilirim ama okuduklarını kendi iç süzgeçlerinden geçirip günün sonunda çocuklarının neye ihtiyacı olduğuna bakarak ne yapacaklarına karar versinler. Dış sesleri “dışarıda” bırakmayı bilmek çok kıymetli bir araç bence. Bunun yanında eğer kendi travmaları veya sorunları sebebiyle çocuklarıyla bağ kurmakta zorlanıyorlarsa muhakkak bağ odaklı çalışan psikologlardan destek alsınlar. Çocuklarını da kendilerini de kimseyle kıyaslamayıp, kendilerinin de çocuklarının da biricik ve çok özel olduğunu unutmasınlar.

Soru 6. Blog yazmayı düşününce neden başka bir konu değil de,bu konuyu seçtiniz?

Tutkumu buldum diyebilirim. Hayatım boyunca çocukları hep çok sevdim. İnsan psikolojisine de çok ilgi duyuyordum. Bir insanın doğduğu andan itibaren fiziksel ve ruhsal gelişimine tanıklık etmeyi çok nefes kesici buluyorum. Bu sayede kendi içime dönüp “Ben kimim? Ben ne istiyorum? Ben nasıl bu günlere geldim?” gibi birçok soruya da cevap aramaya başladım. Bu arayış ve yolculuğu paylaşmamın başkalarına da faydalı olacağına inanarak bu konuda yazmaya karar verdim.

Soru 7. Bundan sonraki planlarınız neler? Sizi nerelerde görebileceğiz 🙂

Aslında çok planım vardı. Bunların bir kısmı ani bir şekilde ülke değiştirmemizle rafa kalkarken, diğer kısmı da şuan içinde bulunduğumuz belirsiz pandemi sebebiyle rafa kalktı. Gelecekte neler olur şuan için o yüzden bir şey söyleyemiyorum ama bu alanda çalışmak ve daha çok çocuğun ve ailenin hayatlarına olumlu dokunuşlar yapmak istediğimi biliyorum. Umarım her şey tüm dünya için bir an önce normale döner ve biz bu durumun içinden de biraz daha bilge ve farkında olarak çıkarız.

 

Burcu Hanım’a aydınlattığı tüm anneler adına teşekkür ediyoruz.

Kendisinin yazılarına  www.bidunyacocuk.com  web sitesinden erişebilirsiniz 🙂

Keyifli okumalar

 

 

 

Kıyafetlerde görmeye alışkın olduğumuz geometrik desen modası şimdi evlerde. Düz renkli eşyaların adeta tamamlayıcısı haline gelen geometrik desenler  kilimler, minderler, duvar kağıtları, perdeler ve daha pek çok eşyada kendini gösteriyor.  Sizler için araştırdığımız bu güzel örnekleri incelemeye ne dersiniz?

  • Minderler : İster klasik ister spor kanepelerin tamamlayıcısı minderler olmazsa olmazlardan. Renk uyumuna dikkat.

  • Perdeler : Düz perdelere şimdilik elveda ! Geometrik desenli perdeler ile odanıza hava katmak çok basit. Mutfak perdenizi geometrik desen seçmek, yemek yapmanıza zevkle eşlik edecek 🙂
  • Duvar Kağıtları : Tüm bakış açınızı değiştirecek bir  değişiklik yapmak istiyorsanız bu kesinlikle duvar kağıtları olmalı. İster siyah beyaz ister rengarenk. Seçim serbest !

 

  • Kilimler : Geometrik desenli kilimler belki de en yaygın olanı. Çok kolay temin edebileceğiniz bu kilimleri spor mobilyalarınız ile daha rahat  dekore edebilirsiniz.

  • Zeminler : Biraz daha cesur adımlar atmayı sevenlerdenseniz, zeminlerde geometrik desenlere şans vermek tam size göre bir adım. İddialı kişiler için zemin değişikliği evinize güçlü bir dokunuş olacaktır.

  • Tablolar : Değişiklik yapma konusunda biraz daha çekingenseniz size çok daha basit bir önerimiz var : Tablolar. İster kare temalı, ister üçgen , isterseniz de dikdörtgen bileşenlerden oluşan bu tablolar ile hem evinize canlılık katmak, hem de modaya uymak oldukça kolay.

Geometrik desenleri kullanırken aşırılıktan kaçınmaya dikkat edilmelidir çünkü kalabalık görünüm göz yoran bir etkiye sebep olur bu yüzden odanın diğer kısımları daha sade renk tonlarında seçebilir ve odanın içerisinde daha az eşya bulundurabilirsiniz. Böylece geometrik desenlerin canlılığını daha iyi hissetmek mümkün olacaktır.

Seçimlerde bol şans 🙂

 

 

Kahve; içmeyi en çok sevdiğimiz içecekler arasında sıralama yapılsa çoğu kişinin birinci sırasına yerleşir. En azından ilk üçe girer. 

Tarihi kaynaklara göre kahvenin keşfi 13.yüzyıla dayanır. Etiyopya’da keşfedilip, içecek olarak kullanılmasının Yemen’de başladığı öne sürülür. Arap yarımadasında bir çok hali ile kullanılıp bu alışkanlığın oradan da dünyaya yayıldığı belirtilir. 

İster evlerimizde isterse dışarıda içtiğimiz kahvenin çeşit çeşit formları mevcut. Hazırlanma şekilleri, birlikte kullanıldığı süt,su gibi malzemeler, sunum şekillerindeki farklılıklarla ayrı bir inceleme alanı kahve. Hatta dünyada kahve hazırlanması ve sunumu konusunda uzman anlamına gelen Barista adında bir meslek grubu bile var. 

Menülerde yer alan türlü türlü kahvelerin özelliklerini sizler için derledik: 

Türk Kahvesi: Medarı iftiharımız Türk kahvesi dünyanın en eski kahve pişirme yöntemi ile hazırlanır. Köpük, telve ve kahveden oluşur. Yumuşak ve kadifemsi köpüğü sayesinde damakta en fazla tad bırakan kahvedir. Kendine özgü kokusu ve özel köpüğü ile diğer kahvelerden kolayca sıyrılır. Kendine has sunum fincanları ile içmek ayrı bir zevktir. Diğer kahve türlerine göre daha az kafein içerir. Kahve çekirdeklerinin kavrulup çekilmesi ile kaynatılarak pişirilmeye hazır hale getirilir. 

Espresso: İtalyanlar tarafından keşfedilmiş, özel harmanla hazırlanmış ve yoğun kıvamlıdır. Basınç gücünden yararlanılarak yapılan hızlı bir demleme yöntemi ile hazırlanır. Küçük porsiyonlarda servis edilir, oldukça serttir ve yoğun bir kıvamı vardır. Zengin aromalıdır, kafein oranı yüksektir. 

Americano: Son dönemlerde popülerliği artan americano daha çok diyet yapanlar kişilerce tercih edilir. Espressodan sonra dünyada en çok americano tüketilir. Adından farklı olarak kökü İtalya’ya dayanır. Espressonun kaynamış su ile sulandırılmış ve böylece içimi yumuşatılmış halidir. Kahve ve su eşit oranda konulur. Çabuk soğumaması için fincanı önceden ısıtılarak servis edilir. 

Filtre Kahve: Kahve çekirdeklerinin öğütülüp sıcak suyla demlenmesi ile oluşur. Filtre kahve denmesinin sebebi demlenen kahvenin kağıt yada metal filtreden süzülerek içime hazır hale getirilmesidir. Süzülmesi sebebiyle diğer kahvelerden daha berrak ve akışkandır. 

Latte: Espressonun sütle karıştırılması ile hazırlanılır. İtalyanlar bu kahve türünü kahvaltılarında kullanmayı çok sever. Büyük bardaklarda 250 – 300 ml ile servis edilir. Süt köpüğü ince bir tabaka halindedir. 

Mocha: Adını Yemen’deki Mocha limanından almıştır. Bu liman kahve ticareti ile ünlüdür. Mocha kahvenin süt ve çikolata ile birleştirilmesiyle oluşur. Latteden evrilerek yapılır. İçinde espresso, süt yine vardır, çikolata aroması eklenir ve  çoğu zaman en üst katmanına süt köpüğü veya krema konulur. Süt köpüğü veya kremanın üzerine çikolata tozu veya kakao dökülür. Oldukça yumuşak bir kahvedir. Daha çok kışın tercih edilir. Yaz mevsimi için soğuk hazırlanmış mocha türleri de vardır. En kalorili kahvedir. 

Cappuccino: Espresso ve süt köpüğü ile hazırlanır. Üzerine baristaların yaptığı çizimlerle göze de hitap eder. Kulplu fincanlarda 150 – 200 ml ölçülerde servis edilir. Latteden servis bardakları ve süt köpüğünün çok daha fazla olması ile ayrılır.

 

Bebekler verniks kazeoza adı verilen beyaz bir sıvıya bulanmış bir şekilde dünyaya gelirler. Bu sıvı bebeğin doğal nemlendiricisi ve enfeksiyonlara karşı koruyucusu olduğu için çok önemlidir ve bebekler bu sebepten doğar doğmaz yıkanmamalıdır. Dünya Sağlık Örgütü, bebeğin cildinin verniksi emmesini sağlamak için doğumdan sonra ilk 6 saat bebeklerin silinmemesi ve yıkanmaması gerektiğini belirtmiştir. Pek çok uzmanın bebeklerin ilk banyosunu yaptırma zamanı hakkındaki ortak görüşü göbek bağı düştükten 2 gün sonrasıdır. Sebebi ise banyo esnasında ıslanan kordonun düşme süresi uzayabilir ve bu durum enfeksiyona sebep olabilir.  Kordon düşene kadar kaynamış ılımış su ile ıslattığınız pamuklu mendiller yardımıyla, ilk 6 saat geçtikten sonra, bebeğinizi hafifçe silebilirsiniz.

Banyo ile ilgili dikkat edilmesi gereken diğer önemli konular ise şu şekildedir:

  • Bebeğinizin ilk banyosunda yanınızda bir yardımcı bulunmasında fayda olacaktır. Bir yakınınız, mümkünse eşiniz size destek olmalıdır. Eşinizin destek olması, bebeğiniz hakkında onun da daha fazla bilgiye sahip olmasına yarayacaktır.
  • Bebeğinizi her gün banyo yaptırmanız onun daha güzel uyumasına yardımcı olacaktır. Ancak mümkün olduğunca şampuan (bebek dostu olan ürünlere rağmen) gibi ürünleri az kullanmaya gayret etmelisiniz. Haftada 2 kez şampuan ile yıkamak önerilir. Diğer günler rahatlaması için yalnızca su ile yıkayabilirsiniz.
  • Banyo yaptırmadan önce mutlaka ellerinizi yıkamalı, ellerinizin soğukluğuna dikkat etmeli ve bebeğe zarar vermemesi için yüzük gibi aksesuarlarınızı çıkarmalısınız.
  • Yeni doğan bebeğin cildi çok hassas olduğundan lif gibi malzemeler kullanılmamalıdır. Çıplak el ile yıkayabilirsiniz.
  • Bebeğinizi yıkarken kullanacağınız suyun sıcaklığı önemlidir. Su sıcaklığı 36-38 derece olmalıdır. Bunun için su termometresi edinebilir veya kontrol etmek için dirseğinizi kullanabilirsiniz.
  • Tercih edilmesi gereken şampuan hipoalerjenik özellikte ve içerisinde paraben, alkol, boya, sls, parfüm bulunmayan bebek dostu ürünler olmalıdır. Ayrıca bir duş jeli edinmenize gerek yoktur, aynı ürünle vücudunu da yıkayabilirsiniz.
  • Kolay yıkayabilmek için bebekler için satılan plastik küvet ve bebeğin kayması durumunda herhangi bir yerini vurmaması için ise küvet içerisine yine bebekler için özel olarak üretilen filelerden temin edebilirsiniz. Bu ürünler sıcak su ile birleşince boyalarını salacağından ötürü mümkün olduğunca boyasız ve desensiz ürünler tercih etmeniz önerilmektedir.
  • Yeni doğan bebeğinizi yıkarken süre olarak 5-10 dakika arasında banyoyu tamamlamaya gayret etmelisiniz. Banyo sonrası giyeceği tüm malzemeleri önceden hazırlamak da bebeğinizin üşümemesi için faydalı olacaktır.
  • Bebeğinizi yıkarken banyo esnasında onunla yumuşak ses tonuyla konuşmanız bebeğinizi rahatlatacaktır. Gergin olmamanız, bebeğinizin de gerilmemesi için oldukça önemlidir. Hafif bir müzik açabilirsiniz.
  • Bebeğinizin saçlarını ve başını en son yıkamanız önerilir çünkü ısı kaybı en fazla baş bölgesindendir.
  • Bebeğinize banyo sonrası vücut losyonu kullanabilirsiniz ancak bebek losyonunun da içeriğinde, tıpkı şampuan gibi, parfüm, alkol, boya gibi maddeler içermemesine dikkat edilmelidir. Bebek pudrası ise eskiden çok kullanılmasına rağmen artık önerilmemektedir.

Miniklere keyifli banyolar ve sonrasında keyifli uykular 🙂

Bir meditasyon aracı olan toprağı, baharın gelişi ile hayatınıza sokma vakti geldi. Hem stres atıp hem de evde sevimli bitkilerinizi yetiştirmeye var mısınız? İşte evde yetiştirebileceğiniz bitkilerden bazıları :

  • Çilek : Yetiştirmesi en pratik meyvelerden olan çilek, camın önünde bile yetişebilir. Zahmeti yoktur, güneşli ve havadar bir mekan seçmeniz yeterlidir. Meyve zamanlarında bol su ister, meyve zamanı geçince de çok sık olmadan sulanmalıdır. Yüksekte olduğu sürece saksı konusunda sorun yaratmayan çileğin her mevsim saksıya ekilmesi uygundur.
  • Biber : Güneş gören cam kenarı yerleri seven biberi, ilk 2 hafta gün aşırı sulamak yeterli olsa da havalar ısınınca her gün mutlaka sulamalısınız. Toprağını 2 haftada bir gübrelemeniz icap eden biberlerin saksısını koyu renk seçmemeniz önerilir, aksi takdirde kökler bolca güneş görüp fazla ısınacağından çürüyebilir.
  • Çeri domates : Derin saksıları seven domates, her gün aynı saatte ve gölgede sulanmaktan hoşlanır. Bahar aylarında fazla su istemeyen çeri domates, yazın bol güneşli yerde bulunmak ve sıkça sulanmak ister. Mümkünse her saksıya yalnızca 1 adet fide dikmeye gayret etmeli, çiçek açma döneminde (ekiminden 2-3 ay sonra) gübrelemeye devam etmeli ve yapraklarına su değdirmemeye özen göstermelisiniz.

  • Fesleğen : Doğal bir sivrisinek savar olan fesleğen hem kokusu hem de bu özelliği ile oldukça popüler.  Ekimi için mart ayı en müsait aydır. Toprak konusunda seçici değildir ve çok sık mahsul verir. Sıcak havayı ve güneşi çok seven fesleğenin toprağını kuru bırakmamaya özen göstermelisiniz. Fazla sulama yaparsanız da yaprakların sarardığını göreceksiniz. Toplarken koparmak yerine kesmeyi seçmeli ve bu işlemi sabah saatlerinde yapmalısınız.
  • Maydanoz : Bol güneş isteyen maydanozun ekim zamanı için nisan ayı en ideal aydır. Çok derin bir saksı aramaz ancak tohumları birbirine çok yakın ekmemelisiniz. Sabahları güneş alan bir ortam ve haftada 3 kez sulama ideal olacaktır. Toplam yaparken yalnızca yapraklarını değil, sapını da almanız bitkiyi canlandırmaya yardımcı olur.
  • Limon : Her daim güneş seven limon kışın evin güney cephesinde bulunmalı ve gerekirse floransan ışık ile takviye yapılmalıdır. Güneşi seven limon ağacı yazın mutlaka balkonda yer almalıdır. Saksısı geniş olmalı ve drenaj deliklerinden su gelene kadar su verilmelidir. Kışın en az 10 derece ısıda yer almalı ve kalorifer gibi bir ısıtıcıyla çok yakın konumda olmamalıdır.

  • Kamkat (kumkuat) : Çok fazla sıcak veya soğuk hava sevmeyen bu havalı bitki evinize oldukça değişik bir hava katabilir. Yazın güneş alan ancak fazla rüzgara maruz kalmayacak bir alanda bulunması gerekirken, kışın ise 10 derecenin altına düşmeyecek bir alanda bulunması gereken kamkat, kış aylarında çok az sulanmalı ve su toprağın her tarafına temas etmelidir. Verilen su oda sıcaklığında ve her gün mutlaka aynı miktarda olmalıdır.

Minimalizm daha az kalabalık  ile daha çok özgürlük felsefesini bizlere benimseterek aramızda son 2-3 senedir yer almaya başladı. Daha az eşya, daha az karmaşa ve daha az kalabalık… Tüm bunların karşılığında elde edilen kazanç; daha çok sadelik, daha çok ferahlık ve daha çok özgürlük…. Bir nevi detoks programı olarak kabul edilebilen minimalist akım adeta size tüketim çılgınlığının önüne geçebilmek için çağrıda bulunuyor.

Türk toplumunun istifleme hobisi ile ters istikamette yol alan minimalizm yeni yeni popüler olan bir yaşam felsefesi. Toplum kültürümüz gereği, yedeklemeyi sevdiğimizden ötürü, alışması zor olsa da minimalist akımı sevenler, hayatlarının daha kolay ve yolunda gittiğini belirtiyor. Çünkü sade bir yaşam aslında tüketicilik ruhunu körelterek ihtiyacımız olmayan şeyleri biriktirmek yerine geri dönüştürmeyi veya ihtiyacı olanla paylaşmayı ön görüyor. Toplumsal dayanışma için  ne kadar da harika bir adım.

Yalnızca bir eşya azaltma olarak da düşünmemek lazım minimalist yaşam biçimini. Bu aynı zamanda geri dönüşüm için de bir fırsat. Sevmediğiniz bir ceketiniz belki de şık bir yeleğe dönüşebilir, beğenmediğiniz ama henüz kırılmadı diye kullandığınız bir kupa belki de minik bir kaktüs saksısına çevrilebilir. Bu çalışma için de önemli olan neyi nasıl geri dönüştürebileceğinizi keşfetmek. Bu da elbette zaman istiyor fakat eğer yapılırsa sadeleşme hem daha zevkli hem de daha kolay yapılabilir çünkü bir eşyadan vazgeçebilmek bazen hepimiz için zor olabiliyor.

Bir zihin pratiği yapılırsa; evinizde kullanmadığınız ve belki bir gün kullanılmak üzere kaç zamandır kenarda tutulan neler var? İhtiyaç olmadığı halde sırf fiyatı düştü diye alınıp kenara atılan eşyalara ne demeli? Birbirine benzeyen kaçıncı tabak takımı bu kullandığınız? Tüm bu soruların cevabı aslında aynı kapıya açılıyor: Gereksiz kalabalıklaşmaya. İşte minimalist yaşam buralarda kendini fark ettiriyor.

Ne dersiniz, evde bolca zaman geçirilen bu günlerde, bütçe dostu minimalizm yaşam tarzını hayata geçirmek adına, gerçekten ihtiyacınız olmayan şeyleri gözden geçirme zamanı gelmiş olabilir mi?