Yazar

womanlogy

Yazılar

Kadınbudu Köfte Tarifi 

Birçok kişi tarafından sevilen ve zannedilenin aksine yapılışı çok kolay olan kadınbudu köfte tarifi için: 

Malzemeler: 

500 gr orta yağlı kıyma (koyun kıyması olursa daha lezzetli olur)

1 çay bardağı haşlanmış pirinç 

1 adet soğan

1 diş sarımsak

3 yemek kaşığı un (içi için)

2 adet yumurta

3 yemek kaşığı galeta unu (dışı için)

1 tatlı kaşığı tuz

1 yemek kaşığı kimyon

1 çay kaşığı karabiber

Sıvı yağ 

Hazırlanışı: 

Pirinçler önceden haşlanır ve süzülür. Çok fazla yumuşak olmaması önemli. Kıymanın yarısı ayrılır ve bir tavada bir adet ince doğranmış soğanla birlikte kavrulur. Ayrı bir kapta kalan çiğ kıyma, 3 yemek kaşığı un, 1 yumurta, pirinçler ve sonradan eklenecek olan pişmiş kıyma, soğan,sarımsak eklenir ve karıştırılır. Üzerine tuz, karabiber ve kimyon eklenir. Pirinçler ezilmeyecek şekilde harmanlanır. 

2 ayrı küçük kap hazırlanır. Birine galeta unu konulur ve diğerine yumurta kırılıp çırpılır. 

Pişmesi için derin bir tavada sıvı yağ kızdırılır. Köfte harcından normal köftelere göre biraz daha büyük olacak şekilde alınır ve şekil verilir. Şekil verilen köfte önce galeta ununa sonra yumurtaya bulanarak tavaya konur ve kızartılır. Bir kaç dakika gibi kısa bir sürede köfteler pişer. Sıcak veya soğuk servis yapılabilir. Yanına en çok patates püresi ve maydanoz yakışır. 

Afiyet olsun. 

Evlenmeden Önce Mutlaka Konuşulması Gereken Konular

 

Evlilik hazırlıkları aşaması hayatın en keyifli dönemlerindendir. Sevdiğiniz kişi ile yepyeni ve sadece size ait olan bir hayata başlamak üzereyken çoğu zaman konuşulması, araştırılması gereken konular atlanabiliyor. Bazen sorun çıkmaması için, bazen konular çok mahrem olduğu için bazen de duyacağımız cevaptan korkulması ve güzel giden her şeyin bir anda bozulabilmesi ihtimali ile bu konular atlanabiliyor. 

 

Fakat bazı konular var ki, seneler sonra cevabını nişanlıyken veya flört döneminde keşke konuşsaydım ve ona göre hareket etseydim dedirten. Bu konular çoğunlukla kişilerin kendi bireysel tercihlerini içerir. Aslında evet özeldir hatta sırdır. Fakat iki kişilik bir hayat arifesinde ve sonrasında doğacak çocukları da etkileyecek bu konular bireysel olmaktan bu noktada çıkıyor. İşte mutlu bir evliliğe giden yolda partnerinizle konuşulması gereken konular:

 

Alkol, gece hayatı, kumar alışkanlıkları: Evlilik aşamasına gelindiyse yüksek ihtimalle partnerinizin gece hayatı alışkanlıklarını; alkol, sigara kullanım alışkanlıklarını, eğlence tarzını ve kumar oynama eğilimlerini az çok biliyorsunuzdur. Bundan öncesi tamamen kendi tercihleriydi. Fakat kendisi ile konuşulması gereken konu evlendikten ve hatta çocuk sahibi olduktan sonra bu alışkanlıklarını devam ettirip ettirmeyeceği veya ne ölçüde devam ettireceği. Özellikle çocuklar hayata dahil olduktan sonra daha düzenli bir yaşama geçilmesi ve örneğin evde sigara içilmemesi önerilir. Partnerinizin bu konudaki eğilimleri neler? Aile geçimi konusunu çok etkileyecek olan alkol kullanma oranı, sıklığı dürüstçe konuşulmalı. Mevcut bir bağımlılığı var mı? Yine ailenizi, itibarınızı, aile ekonomisini çok ciddi etkileyecek olan da kumar oynama alışkanlıkları. Gizli veya açık olarak devam ettiği, sevdiği şans oyunları var mı? 

Alkol ve sigara kullanımı; ilk zamanlar çok uzak bir konu gibi görünen fakat bir gün mutlaka gündeme gelecek olan çocuk sahibi olma konusunu doğrudan etkiliyor. En başta kişinin alkol ve sigara kullanım sıklığı sperm ve yumurta kalitesini; anne adayı sigara alkol kullanıyor ve bu dönemlerde ara verme gereği duymuyor ise çocuğun sağlığını, emzirme sürecini ve hamilelikte maruz kaldığı bu uyaranlar oranında da çocuğun tüm hayatını doğrudan etkiliyor. Kadın veya erkek her iki taraf için de mutlaka konuşulması gereken konuların başında geliyor. 

 

Aile bütçesi ve katılım: Çoğu kişi evlenirken maddi konular net konuşulmadan evlenir. Erkeğe/kadına maaşı sorulmaz gibi toplumda klişeleşmiş cümleler sebebiyle yalnızca mesleğini bilip aşağı yukarı hesaplar yapılarak evlenen çok insan var. Batı toplumlarında konuşulması çok normal olan bu konu bizde genelde gizliliğini koruyor. Eşler birbirine dürüstçe bütçeye ne kadar katkı sağlayabileceğini anlatmalı. İşi konusunda var olan riskleri (işten çıkarılma, işsiz kalma) veya çalışma hayatı ile ilgili beklentilerini (anne olunca işi bırakma, ara verme; terfi beklentisi, 5 yıl sonra iş değiştirmeyi düşünmek, şehir dışı, yurt dışı pozisyonlara başvurmak, hedefleri, kendi işini kurmayı düşünmek) gibi beklenti ve planlarını dürüstçe konuşmalı. Evlilik öncesinde aldığı bir kredi veya bir borç olup olmadığı ve önümüzdeki yıllarda bunu ödeme planı. Evlilik ile birlikte refah düzeyiniz olumlu veya olumsuz etkilenebilir. Sevdiğiniz kişi ile birlikte atlatmanız gereken zorluklar veya oluşturabileceğiniz yatırım fırsatları açıkça konuşulmalı. 

 

Aileler ve akraba ilişkileri: Her iki taraf için de aile kutsaldır ve evlilik ile birlikte hayatımıza yeni kişiler girer ve onlarla dengeli yürütülmesi gereken bir ilişki ağı örülmeye başlar. Bu ağ sağlıklı örülmez ve ilişkiler dengeli yürütülmezse evlilik ve aynı anda birçok kişinin mutluluğu olumsuz etkilenir. Eşiniz ailesi ile ne sıklıkta görüşmeyi ve nasıl bir ilişki kurmayı düşünüyor? Sizden bu konuda beklentisi neler? Eğer tanıştıysa sizin ailenize karşı tutumu davranışları nasıl? İyi bir bütünlük kurulabilecek mi yoksa sorunlar şimdiden size göz mü kırpıyor? Çekirdek bir aile yaşantısı mı olacak yoksa geniş ailede bir yaşam mı bekliyor? Bunların hepsi uygun zamanlarda uygun dillerde konuşulmalı. 

 

Çocuklar: Eşinizin hayalinde nasıl bir aile yaşantısı olduğunu ve çocukların bunun neresinde olduğunu bilmek çok önemli. Hepsinden önce sizin hayatınızın kalanında nasıl bir yaşantı istediğiniz, çocuk sevginiz, kaç çocuk sahibi olmayı hayal ettiğiniz gibi konular gündeme gelmeli. Çocuk sahibi olduğunuzda eşinizin iş bölümüne katkısı nasıl olur? Her iki aileden de alınabilecek bakım destekleri, çocuğun bakımında bakıcı olup olmayacağı, anne babanın çocuk bakımında nasıl bir yol izleyeceğinin konuşulması hayati öneme sahip. 

 

İnançlar: Eş adayınızın dini inancı, hangi dini benimsediği veya inanıp inanmamayı seçmesi onun bireyselliğinden çok tüm aileyi etkileyecek bir konudur. Araştırmalarda ortak inançlara sahip olmak, bu konuda uyumlu olmak evlilikleri ayakta tutan sebepler arasında gösteriliyor. Sizin inancınıza, ibadetlerinize saygılı olup olmaması, ortak paylaşımlarda bulunup bulunamayacağınız ailenizin genel mutluluk seviyesini ve evliliğinizin ömrünü doğrudan etkilecek konular arasında. Buna bağlı olarak dini, özel günler, bayramlarda ne yapılacağı, çocuğun doğumundan sonra veya ailede bir vefatın arkasından yapılacak ritüeller hepsi beraber karar vermeniz gereken konular. 

 

Yaz tatilleri, yıllık izinlerin kullanımı: Yılın göz bebeği tatil zamanlarında eşlerin tercihleri farklı olabiliyor. İmkanlar doğrultusunda tatillerinizi nasıl ve nerelerde geçirmek istersiniz? Eşinizin seyahat sevgisi size yakın mı? Kimi eşler daha sakin ve evcimen olurken kimileri daha maceralı ve bol rotalı tatilleri tercih edebiliyor. Tatiller öncesinde sorun veya hayal kırıklığı yaşamamak için öncesinde konuşmakta fayda var. 

 

Sosyallik: Eşlerin sosyal yönünün benzer olması veya bu konuda birbirlerine ne kadar toleranslı olabileceği önemli. Eşinizin iş hayatı veya çevresi hafta sonlarınızı, mesai saatleri dışındaki zamanlarınızı ne kadar etkileyecek? Evinize misafir gelme sıklığı nasıl olabilir? Partnerinizle birlikte katılmanız gereken birçok buluşma, toplantı sizi mi bekliyor veya partnerinizin gitmesi gerektiği için yalnız geçirmeniz gereken zamanlar mı bekliyor? Bu sırada siz neler yapabilirsiniz? Daha çok ailece baş başa mı vakit geçirmek istersiniz? Yoksa kalabalık aile, arkadaş gruplarında mı olmak istersiniz? 

 

Evlilik öncesinde konuşulmasının gerekli olduğunu düşündüğümüz konuları sıraladık. Bunların dışında ne kadar çok başlık ele alınsa o kadar iyi. Bu konular konuşulurken dürüst olunması ve karşı tarafı sorgulayıcı bir dille yapılmaması önemli. Sohbetler şeklinde ve amacın her iki tarafın da mutlu olması olduğunun altının çizilmesi önemli. 

 

Tüm konularda hemfikir olmak çok zor. Anlaşamadığınız, farklı tarz ve yapılara sahip olduğunuz konular olabilir ve hatta anlaştığınız konulardan daha fazla anlaşamadığınız konular da olabilir. Bu durumda öncelikler belirlenmeli ve sorunun hayati öneme sahip olup olmadığı düşünülmeli. Uzun vadede sağlığınızı, psikolojinizi, çocukları direk etkileyebilecek sıkıntılar varsa bu kişiyle evlenmeyi bir kez daha düşünebilirsiniz. Partnerinizi ne kadar sevdiğiniz, onunla yaşamayı ne kadar istediğiniz ve birlikte her türlü sorunu aşabileceğinize olan inancınız doğru kararı vermenizdeki en büyük yardımcınız olacaktır.

Tüm dünyayı etkisi altına alan ve sağlığımızı büyük ölçüde tehdit eden son olaylar, işe gidip gelmeyi de riskli hale getirerek, iş hayatını evden çalışmaya çevirdi. Geçici olacağını umduğumuz  bu durumu sevenler kadar, sevmeyen ve verimsiz çalışıldığını düşünenler de var. Kaytarmaya pek müsait ve bir çoğumuz için yeni olan bu çalışma stilini verimli geçirebilmek için işte home office çalışmanın 5 kuralı :

  • Mesai başlangıcı : Ertelenen saat alarmı, evdekilerle sabah sohbeti, uzayan kahvaltı seansı ve daha bir çok sebep var işin başına oturmayı geciktiren. Bu ve bunun gibi sebepler konsantrasyon, verim ve düzenli çalışmayı zorlaştırıyor. Bu durumu düzene sokmak için ise önerimiz; her sabah aynı saate görüntülü toplantı planlamak. Böylece siz de her gün aynı saatte uyanıp, bilgisayarınızı açacak ve toplantı öncesi kıyafetlerinize ve kendinize çeki düzen vermiş olacaksınız.
  • Sosyal medya tuzağı : Gözünüz durup durup telefonlarınıza gelen bildirimlere mi takılıyor? Telefonunuzu sessize almak yapılması gereken ilk iş. Ancak iş gereği telefonunuzu sık kullanmanız gerekiyorsa, uygulamaların bildirimlerini kapalı tutabilir veya iş telefonunuzdan hobileriniz ile ilgili uygulamaları kaldırabilirsiniz. İş harici yazışma gruplarınızı da sessiz moda alırsanız dikkatinizi dağıtan şeylerin çoğunu saf dışı bıraktınız demektir.
  • Çalışma ortamı : İş yerinde nasıl konsantrasyon sağlayabildiğiniz bir ortamınız var ise aynı şekilde evde de benzer ortamı yaratmalısınız. Gürültücü bir komşunuz var ise onu uyarmayı artık ertelememeli, evde kendinize uygun çalışma masası ayarlamalı, mümkünse çalışma odasının yemek odası ile yatak odasından farklı olmasına dikkat etmelisiniz. Çalışma odasında dikkatinizi dağıtacak şeyler olmaması ve ergonomik bir çalışma ortamı olması da önemli bir detay olacaktır.
  • Esnek mola saatleri : Oldukça kolay esneyebilen mola saatlerine dikkat! 5 dakikalar, 10 dakikalar hiç bu kadar kolay uzamamıştı. Bir bakmışsınız gün bitmiş ama o da ne? Siz yapmanız gereken işin sadece yarısını yapabilmişsiniz.  Evin rehavetinin sizi ele geçirmesine izin vermemelisiniz.
  • Hedef belirleme : Her konuda olduğu gibi evden çalışmada da günlük iş hedefleri oluşturmak sizi işinize daha da yoğunlaştırıp, gününüzü verimli geçirmenize yardımcı olacak. Hedefinizi  ekibinizle/yöneticinizle paylaşmanız ise kaytarmalarınızda sizi yeniden işin başına döndürecek önemli bir motivasyon kaynağı olacaktır.

 

Çocuklardan yetişkinlere herkes için çok fazla önem teşkil eden D vitamini hakkında Dr. Berkcan Dilaver’in yazısı sizlerle:

“Merhaba! Bugünkü yazımızda insan vücudundaki onlarca vitaminin belki de en ünlüsünü yani D
vitaminini konuşacağız. D vitamini nedir, nasıl üretilir, ne işe yarar, hangi besinlerde bulunur,
eksikliğinde neler olur ve tabi ki eksikliğini nasıl düzeltiriz ana başlıklarının üzerinde duracağız.

D vitamini hücrelerimizin günlük rutinlerini devam ettirebilmesi için ihtiyaç duyduğu onlarca
vitaminden birisidir. Yağda çözülen bir vitamindir; yani her şeyden önce yediğimiz besinlerdeki D
vitamininin emilebilmesi için önce çözülebilmesi,  Çözülebilmesi için de yeterli yağ tüketimi çok kritik
demek. Yeterli yağ tüketmezsek, yanında aldığımız D vitaminlerini bize tek bir fayda sağlamadan
vücudumuzdan atarız demek.

D vitaminini besinlerden kullanıma hazır halde alamayız. Vücuda alındıktan sonra hidroksilasyon
dediğimiz aşamalardan geçmesi gerekir. Bunlar için de karaciğer ve böbrek çok büyük önem taşır.
Yani böbrek ve karaciğer hastalarının D vitamini alımına ekstra dikkat etmesi gerekir. Bizim için büyük
bir şanstır ki D vitaminini sadece besinlerden almamız gerekmez. Vücudumuz D vitaminine çok
benzeyen, ona dönüştürebileceğimiz öncül bir madde üretebilir; fakat bu maddeden D vitamini
üretebilmemiz için ultraviyole ışına ihtiyacımız vardır. Uygun dalga boyunda UV ışınının kaynağıysa
gezegenimizin en büyük ışık kaynağı olan Güneş’ten başkası değildir. İşte bu yüzdendir ki, dışarı pek
çıkmayan veya güneş görmeyen işlerde çalışan insanlarda; hatta ve hatta kışın daha kalın giyindiğimiz
için güneş görmeyen hepimizde D vitamini eksikliği görülme ihtimali çok yüksektir. Ki ortalama
yoğunlukta bir kliniğe her gün ortalama 10 kişi benzer şikayetler ve yakınmalarla gelir.

Peki dilimizden düşüremediğimiz bu meşhur D vitamininin vücudumuzdaki işlevi nedir? Kemiklerimiz
organik ve inorganik olmak üzere iki ana madde grubundan oluşur. İnorganik madde grubu
kemiklerimizin taşa benzer yapıda olmasını sağlayan gruptur. Kemiklerimize sertlik kazandırır.
İnorganik gruptaki en önemli mineraller ise kalsiyum ve fosfordur. Kemiklerimizde kalsiyum ve fosfor
azlığı olursa yaş gruplarına göre farklı farklı sorunlar yaşayabiliriz. Örneğin yaşlılarda kemik erimesi
olarak ortaya çıkarken, ergen bir gencin büyüme atağının yavaşlaması olarak gözleyebiliriz. İşte D
vitamini kemiklerimiz dahil olmak üzere vücudumuzdaki kalsiyum ve fosfor metabolizmasını
düzenleyen en önemli etmenlerden birisidir. Kalsiyumun bağırsaklardan emilimini, böbrekten atımını,
kan seviyesini, kemikteki seviyesini düzenleyen en önemli etmen belki de D vitaminidir. Hatta bu
yüzdendir ki yeni makalelerde D vitamininin bazen sadece bir vitamin olmadığı, metabolik
etkilerinden dolayı bir hormon olarak da nitelendirilebileceği söylenmektedir. Bunun dışında D
vitaminin immünolojik (bağışıklık sistemiyle alakalı) etkisi de kanıtlanmıştır.
“Peki bu kadar anlattınız da D vitaminini nereden tüketeceğiz?” dediğinizi duyar gibiyim. Her şeyden
önce süt ve süt ürünleri burada elzem bir rol oynamaktadır. Sütü, peyniri, yoğurdu tüketeceğiz. Hatta
ne büyük kolaylıktır ki bu ürünlerde kalsiyum ve fosfor da bol olarak bulunmaktadır. Bunun dışında
yağlı balıklar (özellikle somon ve uskumru) ciddi bir alternatiftir. Vegan diyetler içinse soya sütü,
mantarlar, d vitamininden zenginleştirilmiş gevrekler önerilmektedir. Kısıtlı diyet olanağından dolayı
vegan bireyler için güneş ışığı daha da elzem bir hal almaktadır.

Diyelim ki yeterli D vitamini tüketemiyorsunuz veya üretemiyorsunuz. O zaman elinizdeki depolar da
bittiğinde (ki pek uzun dayanmaz) D vitamini eksikliği belirtileri göstermeye başlarsınız. Her şeyden
önce kemik ağrıları yaşama ihtimaliniz çok yüksektir. Aynı şekilde tüm vücutta yaygın halsizlik ve
kırgınlık aynı şekilde en belirgin semptomlardandır. Bunun dışında bağışıklık sisteminize yeterli D
vitamini sağlayamadığınızdan dolayı sık enfeksiyon olma riskiniz de yüksektir. Yara iyileşiminde de
kilit rol oynadığı için, gecikmiş yara iyileşmeleri görülebilir. Ciddi eksikliklerde kan kalsiyum
seviyesinde de düşüklük olacağı için, kaslarda gevşeyememe, anormal kalp atımları, vücutta
uyuşmalar ve hatta epilepsi benzeri nöbetler dahi görülebilir. Çocuklarda ise D vitamini eksikliğinde
görülen hastalığın özel adı “raşitizm(rickets)”dir. Anne sütündeki D vitamini genellikle çocuklar için
yetersizdir. Bu yüzden ülkemizde de doğumdan 1- 3 yaş arasına kadar günde 400 ünite(3 damla) D
vitamini desteği önerilmektedir. Desteklenmeyen çocuklarda raşitizm tablosu görülebilir. Bu tabloda
kemiklerde hassasiyet, pinpon topu gibi baskıyla içeri çöküp geri çıkan kafatası, kaslarda tetani, ve
birçok kemik anomalisi görülür. Bunun haricinde D vitamini eksikliği için risk teşkil eden özel gruplar:
yeterince gün ışığı alamayan, yeterli balık tüketmeyen, obez, koyu tenli veya yaşlı bireylerdir.

Son olarak D vitamini eksikliği tedavisinde, normal sınırlar içinde hafif azalmalarda beslenme ve hayat
tarzı değişikliği önerilmektedir. Normal sınırın altına inen olgularda ise, haftada 50.000 Ünite (bir şişe
damla) olmak üzere 8 haftalık tedavi planı önerilmektedir. En başta belirttiğim gibi D vitamini yağda
çözünen bir vitamin olduğu için, bu damlayı bir ekmeğin üzerine döküp yemek gerekmektedir. En
büyük yapılan yanlışlardan biri ekmek yerine direkt içmek veya yoğurda karıştırıp yemektir zira
yanında ihtiyaç duyduğumuz yağdan fakir durumlardır. Daha ağır olgularda ise damardan tedavi
gerekebilir.

Özet olarak:
-D vitamini vücutta kemikler başta olmak üzere birçok yerde görev alan bir vitamin/hormondur)
-D vitaminini besinlerden (yanında yağ tüketerek) veya güneş ışığı alarak kendi kendimize ediniriz.
-D vitamini eksikliği çok sık görülen bir sorundur ve tedavi edilmesi gerekir.
-D vitamini süt ve süt ürünlerinde, yağlı balıklarda, soyada ve bazı mantarlarda bol miktarda bulunur.

Sağlıcakla kalın!”

Berkcan Hasan DİLAVER.

Hayatın bu karmaşık döngüsünde güçlü ve çok yönlü kadınları incelemeye bayılırız. Bu kadınlar bize ve kendini aşmak isteyen tüm okurlarımıza adeta bir ışık tutar, güç verir ve cesaretlendirir. Şimdi onlardan biri, Gülşah Elikbank ile röportajımız sizler için geliyor.

Keyifli okumalar 🙂

Soru 1. Geçmişten günümüze özetlemek istersek, Gülşah Elikbank kimdir? Sizi tanımak isteriz.

İstanbul doğumlu ama kendini hiçbir yere ait hissetmeyen bir gezgin ruh, anne, iş kadını ve doğa aşığı, yaşam ve yazı tutkunu.

Soru 2. Bugünlere gelmenize katkısı olan sizde yazma hevesini arttıran bir yazar ve bir roman var mı?

İlk olarak İrvin Yalom, Nietzche Ağladığında kitabı ve Duygu Asena Kadının Adı Yok romanı sanırım. Sonrasında çok ustam oldu, İnci Aral’ı mutlaka sayarım. Jane Austen da ayrıdır benim yanımda. Ben hep şöyle diyorum; beni hayat yazar yaptı. Kimse onun eline su dökemez bu konuda…

Soru 3. Yazarlık yönünüz dışında, şuanda hangi organizasyonların içinde yer alıyorsunuz, aktif olarak rol aldığınız kültür-sanat toplulukları var mı?

Şirketlerde ve üniversitelerde yazarlık eğitimi veriyorum, Mövenpick Otelde her ay Kent Söyleşileri düzenliyorum. İki tane uluslararası sanat projesi yönetiyorum.

Soru 4. Romanlarınızın içinden sizi en fazla gururlandıran, heyecanlandıran, “bu kitabın yazarı iyi ki de benim” cümlesini en sık kullandığınız romanınız hangisi?

Çocuk romanım Medusa’nın Pusulası. Her gittiğim okulda çocukların bana sımsıkı sarılmasına neden olduğu için. Ve İhtimal romanım, birçok ilişki terapistinin onlara danışan evli çiftlere evliliklerindeki sorunları gözden geçirmeleri ve aşk hakkında yeniden düşünmeleri için romanımı önerdiğini duyduğum için.

Soru 5. “İhtimal” de ilişkilerdeki maske ve sahteliklere değinmişsiniz. Sizce neden eski dönemlerdeki o samimi aşklara rastlamakta zorlanıyoruz, nedir aşkları bu denli yozlaştıran sebepler?

Çağın ruhuna kendimizi kaptırmamız ve herkesin sadece kendisini düşünür hale gelmesi. Aşk bir teslimiyettir, kendini bir başkasına emanet etme halidir. Bunu yapamayan kişi aşık da olamaz gerçek anlamıyla. Ayrıca aşk yalan sevmez. Kim dürüst ki artık? İlk yalanı kendimize söylüyoruz zaten, sonra gerisi geliyor. Bir de cinsel devrim bizde biraz yanlış anlaşıldı. Cinsel özgürlük önüne gelenle sevişmek ve aklını heveslerine teslim etmek değildir. Aşkın ne olduğunu anlamış olduğumuzu sanmıyorum ne yazık ki.

Soru 6. Bir romanın ismi belki de en zor seçimlerden biri. İlk eseriniz  Günebakan Üçlemesi’ nde bulunan 2 kitabınızın ismini okurlarınıza seçtirdiğinizi belirtmiştiniz. Diğer kitaplarınıza isim seçerken nasıl bir yol izlediniz?

Aslında kitaba başlarken ismi de geliyor. En azından benim için böyle oluyor. Ama bazen iki isim birden geliyor. Seçmek zor oluyor. Ya okurlarıma danışıyorum ya da çok güvendiğim yazar dostlarıma.

Soru 7. “Aşkın Gölgesi” adlı romanınızda sorunları olan bir anne-kız ilişkisine değinmişsiniz. Yazarken kendi gençlik yıllarınıza ne sıklıkta gittiniz, siz söz dinleyen bir genç kız mıydınız yoksa asi mi?

Aşkın Gölgesi benim çocukluğumdan, babasız yıllarımdan izler taşıyor, biraz da ilk aşkımdan. Okurun o romanı bağrına basmasını, başka dillere çevrilmesini buna bağlıyorum aslında. Babasız büyüyen kadınların ve yalnız annelerin romanı Aşkın Gölgesi. Ben hiç söz dinleyen biri olmadım doğrusu, belki de sözünü dinleyecek çok az insanla karşılaştığım içindir.

Soru 8. Romanlarınızın konularını seyahatlerinizde bulduğunuzu daha önce belirtmiştiniz. Peki seyahat rotalarınızı neye göre seçiyorsunuz? Seyahatlerde nasıl bir ruh hali sizde yazma isteği uyandırıyor?

Bazen tesadüfen oluyor seyahatler. Mesela bir edebiyat vakfının daveti ile Özgürlük üzerine bir konuşma yapmak için Amsterdam’a davetliydim. Şehre aşık oldum. Geçen ay bir sanat projesi için Polonya’daydım, bambaşka bir deneyimdi. Bir edebiyat festivali için İsveç’e gittiğimde de oradaki sanat ortamından çok etkilenmiştim. Ama en çok İrlanda ve Portekiz’i merak ediyorum.

Soru 9. Bir kitabı yazmaya başlama, bir kitabı yazma ve bir kitabı yazmayı bitirme aşamalarında hislerinizi nasıl tarif edersiniz?

Yazmaya başlamak müthiş bir heyecan, tutku hali, tıpkı aşık olmak gibi… Ama aşkı sürdürmek kadar zor bir süreç o romana devam edebilmek. Bitirdikten sonra akıl hemen başka hikayeye kayıyor. O romanla bağ zor kopuyor ama kopunca yazarın hikayeyle bağı da kopuyor, roman artık okurun oluyor. Aksi halde zaten yeni roman yazmak da mümkün olmazdı sanıyorum ki. Ben her yeni romanda başka bir kadına dönüşüyorum, kabuk değiştirmek gibi biraz. İstiyorum ki, beni değiştiren hikaye, okuru da değiştirsin.

Soru 10. Sizce başarılı bir yazar olmanın, olmazsa olmazı nedir?

Tutku… Her alanda. Yazarken de yaşarken de.

Hem sağlıklı hem leziz hem de görünümü ile sofranıza renk verecek bir seçenek Pembe Sultan’ın tarifini sizler için hazırladık :

Malzemeler :

  • 1 adet orta boy kabukları soyulup  irice doğranmış kırmızı pancar,
  • Bir kase yoğurt,
  • 2 diş rendelenmiş sarımsak,
  • İsteğe göre süslemek için bir tutam maydanoz,
  • İsteğe göre tuz.

Yapılışı :

  • Pancarları üzerini geçecek kadar su ilave ederek yumuşayana kadar haşlayalım.
  • Haşlanmış pancarları rendeleyelim.
  • Sarımsağı rendeleyerek yoğurt ile buluşturalım ve çatalla çırpalım.
  • Sarımsaklı yoğurt ile rendelenmiş pancarları karıştıralım.
  • Üzerine pancarın tencerede kalan suyundan gezdirip isteğe göre maydanoz ile süsleyebiliriz.

Afiyet Olsun 🙂

Tüm dünyada hızla dolaşan korona virüs tehlikesi bilindiği üzere Türkiye’ye de adımını attı.  Durumun öneminden anlaşılacağı üzere pek çok kafeterya, mağaza kapatıldı ve hatta gün geçtikçe artan virüs tehlikesi ile şirketlerin çoğu evden çalışmaya geçti veya çalışanlara izin verildi. Tüm bunların sonucunda en güvenli alan olan evlerimizde sabırla bekliyor ve mecbur kalmadıkça evden çıkmamaya özen gösteriyoruz.

Peki ya mecburen dışarı çıkıp, eve geri geldiğimiz anlar… Bu durumlar için evdeki hijyeni korumak adına almamız gereken bir takım tedbirler bulunuyor :

  • Eve girmeden mutlaka ayakkabılar çıkarılmalı, evin içerisine alınmamalıdır. Evin dışında bırakabileceğimiz bir alan yoksa (bazı apartmanlarda ayakkabının dışarıda bırakılması sorun olabilmektedir.) poşet içerisinde evin içerisine konulabilir veya balkonda muhafaza edilebilir.
  • Dışarıda giyilen tüm kıyafetler eve girer girmez çıkarılmalı ve mümkünse hemen yıkanmalıdır. Her gün yıkama konusunda sorun yaşanıyorsa kıyafetler poşet içerisinde saklanabilir veya kirli kıyafet odası yaparak orada tutulabilir. Kirli kıyafet odası sık sık havalandırılmalıdır.
  • Dışarıda kullanılan saat, gözlük gibi aksesuarlar da kirli kıyafet odasında tutulmalı veya eve gelince dezenfekte edilmelidir.
  • Eve ilk girişte temas edilen dış kapı kolu, anahtar, banyo  kapı kolu, musluk başı gibi yerler sık sık dezenfekte edilmelidir.
  • Marketten alınan gıdalar paketleriyle muhafaza edilmemeye özen gösterilmeli, eğer paketten çıkarılamayacak şeyler ise paketler dezenfekte edilmelidir.
  • Evinizde bebek arabası, bisiklet gibi tekerlekli araçlar var ise tekerleri dezenfekte edilmelidir.
  • Evinizde grip belirtileri olan bir aile ferdi var ise mutlaka havlusu, odası ayrılmalı ve normalden daha titiz davranılmalıdır.
  • Sık sık el yıkama konusu atlanılmamalı, mümkünse banyoda tek kullanımlık kağıt havlu ile el kurulanmalıdır.

Yukarıdaki önlemler düşündüğümüzden daha fazla önem taşımakla beraber, sağlığımız için oluşabilecek pek çok tehlikeye karşı bir kalkan görevi görecektir.

Herkes için sağlıklı bir yaşam dileklerimizle…

Microblading Kıl Tekniği son zamanların en popüler güzellik uygulamalarından birisi. Bu özel teknik hakkında merak edilenler hakkında konunun uzmanı İnci Korkmaz ile bir röportaj yaptık. Öğrenmek isteyenler için işte Microblading Kıl Tekniği :

Microblading nedir?   

Microblading kalıcı makyaj sanatı inanılmaz doğallıkta manuel bir sistemdir. Kalıcılığı belki yarı kalıcı olarak kabul edilse de görünümünün doğallığı tartışılmaz bir uygulamadır. Klasik kalıcı makyaj iğnelerine göre 3 kat daha ince iğnelerin kullanılması ve cildin sadece 1 tabaka altına yani epidermise kıl kıl çizilmesi ile harika bir doğallık elde edilir. Yaklaşık 5 yıldır Türkiye’ de uygulanmaktadır.

Microblading uygulaması kimler için zararlıdır?

Hamilelere (hormonal değişkenliklerden dolayı),  yakın zamanda kemoterapi görmüş hastalara, HIV virüsü taşıyanlara, yüz bölgesindeki egzamalı ciltlere, hemofili hastalarına, şeker hastalarına ( doktoruna danışıp düzenli ilaç kullanıyorsa problem yoktur.) microblading uygulaması yapmak sakıncalıdır.

Microblading uygulamasının kalıcılığı nasıldır?

Microblading uygulamasının kullanım süresi cilt yapısıyla doğru orantılı olarak değişir. Ancak ortalama olarak minimum 6 ay, maksimum 1- 1.5 yıldır. Uygulamadan sonra bakımlarına uyarak ve mümkün olduğunca solaryum, havuz kloru, aşırı sıcak banyo, buhardan koruyarak kullanım süresini arttırabilirsiniz.   

Microblading ne zaman yaptırılmalıdır?

Microblading her mevsim yapılabilir ama elbette yazın kısmen daha korumalı davranmak gerekir örneğin ilk 15 gün kesinlikle direk güneş ve havuzdan kaçınmak gerekir.

Microblading yapılırken hangi faktörler göz önünde bulundurulmalıdır?

Microblading Kıl Tekniği yapılırken göz önünde bulundurulan faktörler şunlardır: Kişilerin cilt yapısı, yaşı, hatta tarzı yapılacak modelle uyum içerisinde olmalıdır aksi taktirde işlem ne kadar başarılı olsa da kişi ile uyumsuz bir görüntü elde edilir bu da hem kişiyi hem de bizi memnun etmeyen, istemeyeceğimiz bir durumdur. Sonuçta memnuniyet bizler için oldukça önemlidir.

Kaş kontürü ve microblading arasındaki fark nedir?

-Kaş kontürü ile microblading  çok farklıdır. Kontür kaşa komple boyanın zerk edilmesidir ve işlem makine ile yapılır. Microblading ise manuel bir sistemdir.

-Kaş kontürünün dezavantajı yapay bir görüntüsü vardır, microblading ise oldukça doğal bir görünüm sergiler.

-Kontürün avantajı ise, microbladinge göre 5-6 yıl daha uzun ömürlüdür.  Ancak microblading maalesef kontüre göre daha geçici bir uygulamadır.

Kişi doğallık, yapaylık, uzun süreli kullanım, kısa süreli kullanım gibi faktörleri göz önünde bulundurarak ve görselleri inceleyerek bir tercih yapabilir.

Microblading yapılırken nelere dikkat edilmelidir?

Microblading kalıcı makyaj sanatı uygulama yapılırken dikkat edilmesi gereken bazı hijyen kuralları vardır ki bunlar :

-Tüm iğneler tek kullanımlık ve steril olmalıdır.

-Kullanılacak ekipman ve malzeme de steril olmalı ve hijyen kuralları içerisinde kullanılmalıdır.

-İşlemi yapacak kişi işinde uzman ve uzmanlık belgesine sahip olmalıdır.

-Her hastaya ayrı steril örtü kullanılmalıdır.

-Uygulama yapılan oda temiz ve ortam klinik ortamı olmalıdır.

Microblading uygulaması hakkında detaylı bilgi almak ve uygulamayı yaptırmak için ulaşmak isterseniz İnci Korkmaz’ın iletişim bilgileri:                                                                                                                     İnci Korkmaz / Permanent Makeup Artist         
Adres: Barbaros Hayrettin Paşa mh. 1997 sk Phuketlife Residance k:1 d: 8 İstanbul/ Esenyurt
Tel: 05338172718
Instagram Adres: @phibrows_inci

 

Tebrikler…

Sayılı günler nihayet geçti ve bebeğinizi sevinçle kucağınıza aldınız. Yeni doğan bebeğinizin özelliklerini okumak onu daha iyi tanımanıza ve onunla ilgilenirken daha bilinçli olmanıza yardımcı olacak. Böylece siz de bu süreci daha keyifli geçirebileceksiniz.

  • Ağlama: Bebeğinizin  şimdilik tek iletişim yöntemi ağlamak olduğu için bu durumu oldukça doğal karşılamalısınız. Genellikle acıkma, gaz, altını kirletme gibi fiziksel ihtiyaçları için ağlayan bebeğiniz bazen de manevi ihtiyaçları için ağlayabilir. Bu durumda yapmanız gereken ona sarılmak, onu öpmek ve kendisini güvende hissetmesine yardımcı olmaktır. Ona en iyi gelen şeyin sizin kokunuz ve sıcaklığınız olduğunu unutmayın.
  • Görme ve Duyma Yeteneği : Bebeğiniz doğumdan itibaren görme ve duyma yeteneğine sahiptir. Ancak ilk etapta yalnızca 15-20 cm mesafeden net bir şekilde görebilir. Bu da emzirirken sizi görmeye yeterli bir mesafedir 🙂  Duyma konusunda ise bebeğiniz sizin sesinizi  anne karnından itibaren duyduğu için alışkındır. Sizin sesiniz onun için rahatlatıcı ve güven vericidir. Onunla bol bol konuşun ve ona ninni söyleyin. Aynı şekilde babasının sesine de aşikar olduğu için eşinizin onunla konuşması da onu mutlu edecektir.
  • Cilt Özelliği : Yeni doğan bebeklerde doğum sonrası cilt kızarıklıkları görülmesi normaldir. Bu durumun genellikle sebebi dolaşım sisteminin tam olarak gelişmemiş olmasıdır. Ayrıca ciltte kırmızı ve mor hafif lekeler görülebilir bu durum genellikle 1-2 hafta içerisinde kaybolur. Bulunulan ortam ısısı önemlidir, ortamın 22-24 dereceden fazla sıcak olmaması bebeğinizin cildi açısından önemlidir. İlk 3 hafta bebeğinizin teninde kabuklanma olabilir, bunlar yavaş yavaş dökülecektir. Bu süreçte acele etmemelisiniz.
  • Davranış Özellikleri : Yeni doğan bebeğinizde hıçkırık, düzensiz solunum, hapşırma, irkilme, ağlarken ellerin titremesi, gibi durumlar görülebilir. Ayrıca alt dudak daha içe dönük olabilir.
  • Vücut Özelliği : Eğer vajinal doğum yaptıysanız bebeğinizin kafası doğum kanalından geçtiği için daha uzun olabilir. Bu durumda zaten doktorunuz hastanede bilgi verecektir. Ayrıca kafasının üstünde yumuşak kısımlar bulunur.  Yaklaşık 6 ay süren bu yumuşak kısım(bıngıldak) için dikkatli olunmasında fayda vardır. Çenesinde ve burun çevresinde yağ kabarcıkları olabilir buna milia denir. Bazı bebekler ise vücutlarında tüylerle doğarlar ve genelde bu tüyler zamanla dökülür.

Yeni doğan dönemi bebeğinizin en hassas dönemlerinden biri olup , aynı zamanda annesine en çok ihtiyaç duyduğu dönemlerden biridir. Sizin bu dönemde sahip olduğunuz tüm bilgiler bu süreci daha az panik ile geçirmenize yardımcı olacaktır 🙂 Anneliğin keyfini sürmeniz dileğimizle 🙂

Kimi kararlar, yaşamlar var ki dinlediğinizde veya okuduğunuzda ufkunuzu genişletir. Yapmak istediğiniz o şeyi yapabilmek için aradığınız cesaret sanki o satırlarda vardır. Kendinizi gerçekleştirmek için ihtiyaç duyduğunuz ilham bazen bir başkasının “hadi” demesinde gizlidir. 

İlham Veren Kadınlar Röportaj Serisi,  Womanlogy ekibini ilk günden beri heyecanlandıran ve araştırmaya sürükleyen tılsımlı bir başlık. Bir insanın ilham vermesi için kendini keşfetmiş, ne istediğini bilen, hayalleri için toplumun kendisine takacağı sıfatları umursamamış, yalnızca gerçekleştirmek istediği şeye odaklı ve nihayete erdirmiş olması bizim ilham almamız için yeterli. Bu bir annenin imkansızlıklar içerisinde çocuklarını büyütmesi, bu çok yaşlı bir insanın azmedip istediği üniversiteyi bitirmesi, bir dağcının Everest’e tırmanması veya birinin bisikletiyle ülkeden ülkeye gitme cesaretini göstermesi olabilir. Bazen ise başarı sadece değişiklik yapma cesaretini gösterebilmektir. Bugün bize ilham veren, cesaretine hayran kaldığımız ilk ilham veren kadınımızla yaptığımız röportajı sizlerle paylaşıyoruz. Devamı da mutlaka gelecek. Çünkü biliyoruz ki bir kadın isterse her şeyi başarabilir ve biliyoruz ki her birimizin birbirimize anlatacağı çok şey var.

  • Kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz? 

    Ben Dila. 31 yaşındayım. Erzurum’da doğdum. Üniversite için İstanbul’a oradadan da işim sebebiyle Ankara’ya taşındım. 2019 Haziran itibari ile de Sidney’de yaşamaya başladım.

  •  Kariyer yolculuğunuzdan bahsedebilir misiniz? 

   2012’de Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümünden mezun oldum. Aynı sene İstanbul Teknik Üniversitesi Deprem Mühendisliği bölümünde  (hiç bir zaman mezun olamayacağımı bilemeden :)) yüksek lisans eğitimine başladım. Bir yandan da çalışmaya başlamıştım. 1 senemi doldurmadan görevim nedeniyle Ankara’ya taşındım ve bu macera yarıda kaldı. Çok da sarmamıştı açıkcası. İçimde hep ‘daha sosyal bir şeyler yapmalıyım’ düşüncesi vardı. Ankara’ya taşınmamla birlikte bu firsatı yakaladım (Tebdili mekanda ferahlık vardır). 2014’te Türk Hava Kurumu Üniversitesi’nde MBA yaptım, çok da keyif aldım açıkcası. 6.5 sene Bakanlıkta Teknik Uzman olarak görev yapmamın ardından Sidney’e taşındım ve yeni bir kariyere atıldım. Geçirdiğim bir deniz kazasının ardından “Bebek Yüzme Eğitmeni” olmaya karar vermiştim. Türkiye’de de tam zamanlı mühendis olarak çalışırken hafta sonları da harika bir ekiple bebeklere yüzme dersi veriyordum.  Sonra bu iş dünyanın öbür ucunda mesleğim oldu. 1853m rakımda doğup okyanusta yüzme dersi verdiren hayata sevgiler.

  • Radikal bir karar verirken sizi ne motive ediyor?

En büyük motivasyonum biraz garip gelebilir ama ölüm. Her zaman aklımın bir köşesinde ölümü ve dünya üzerindeki zamanımı düşünüyorum ve diyorum ki ‘yarın öleceğimi bilsem bunu yapar mıydım?’ Hayatının büyük bir kısmını hastanelerde geçiren ve maalesef çok genç yaşta vefat eden insanlarla vakit geçirme fırsatım oldu. Her zaman aklımda şu vardı ’sağlıklıysam, dışardaysam, bunun hakkini sonuna kadar vermeliyim.’ 

  • Hayatta yaptığınız büyük çaplı değişikliklerden memnun musunuz?

Kesinlikle evet. Değişiklik insanı canlı tutan bir şey. Doğaya baktığımızda ne görüyoruz, hayatta kalanlar en güçlüler değil en iyi adaptasyon sağlayanlar. Eğer hayattaysan bravo en iyi sen uyum sağladın demek. En temel iç güdümüz de hayatta kalmak, aslında içgüdülerle evren arasında iyi bir takım çalışması var. Hayatıma baktığımda 30 senede 5 şehir, iyi valla diyorum. Şanslıydım ki mecburiyetten değil  kendi isteğiyle yer değiştirenlerden oldum. Ben ayağımı akan bir suya soktum, su akti ben de suyu takip ettim ve sonunda da hep güzel yerlere çıktı yolum.

  • Kadınlara cesur olma konusunda ne tavsiye edersiniz? 

 Bunun için önce benim yeterince cesur olmam gerekir ki öyle değilim bence. Belki cesaret değil de motivasyon verebilirim.

Tolstoy’un çok sevdiğim ve her okuduğumda da içimde kelebekler uçuşturan bir sözü var:

“Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar:

ya bir insan bir yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir..” 

Yani diyor ki gitmekten korkmayın 😊

Her ay içinde fırtınalar kopan ve bir taraftan da tazelenen bir varlık kadın. Tüm gece ağlasa da sabah kalkıp işine giden ya da çocuğunu besleyen kadın. Başka sözüm yok hakim bey:) 

  • Önümüzdeki yıllarda yapmak istediğiniz büyük değişimler var mı?

Yeni başlıyoruz 🙂

Avustralya hem Türkiye’den hem de çok uzak olması nedeniyle dünyanın diğer ülkelerinden farklı bir yer.  Farklılıkları da hamurunda iyi yoğurmuş bir kültürü var. Bu kültüre olabildiğince adapte olup kendi kültürümden de nacizane bir şeyler katabileceğim üretken bir yol var önümde. Aile hayati ve kariyerimi dengede yürütebileceğim arayışlar içindeyim (hangimiz değiliz ki 🙂

  • Yeni yaşamınız hakkında kısa bilgiler verir misiniz?

Yeni yaşamım, gerçek manasıyla “yeni”

Musluğu açtığımda akan su bile terse dönüyor artık (Barış abimizi rahmetle anıyorum).

 Ocak ayında karpuz, temmuzda mandalina yemek,

 8-5 gömlek, kumaş pantolondan, mayo-boneye,

 Fiziksel olarak tamamen Asyalı birinin ağzından en aksanlı İngilizceyi duymak, 

 Yeni güne herkesten önce başlamak, gelecekte yaşıyor gibi.

 Bütün bunlarla birlikte yıllarca yalnız yaşamanın ardından tamamen farklı bir kültürle yetişmiş başka bir insanla beraber aynı evde yaşamak.