Etiket

kadın cinayetleri

Yazılar

11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılmış olması nedeniyle “İstanbul Sözleşmesi” adıyla bilinen sözleşmenin gerçek adı ” Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olup, kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla ilişkin mücadeleyi kapsar. Bahsi geçen konularda devletin yükümlülüklerini kapsayan İstanbul Sözleşmesi uluslararası boyutta bir insan hakları sözleşmesidir.

1 Ağustos 2014 yılında yürürlüğe giren sözleşmenin 4 temel ilkesi :

  • Kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi,
  • Şiddet mağdurlarının korunması,
  • Suçların kovuşturulması,
  • Suçluların cezalandırılması ve kadına karşı şiddet ile mücadele alanında bütüncül, eş güdümlü ve etkili işbirliği içeren politikaların hayata geçirilmesidir.

Temmuz/2020 itibariyle 46 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanmış ve 12 Mart 2020’de ilk imza atan ülke Türkiye olarak kayda geçmiştir. İmzacı ülkelerin vermiş oldukları taahhütler bağımsız uzmanlar grubu GREVIO komitesi tarafından kontrole tabiidir.

Fotoğraf : Kadın Meclisleri

İstanbul Sözleşmesi Neden Önemli? 

Her şeyden önce kadına karşı şiddeti bir insan hakları ihlali olarak gören bağlayıcı nitelikteki ilk uluslararası düzenlemedir. Bir diğer önemi ise mağdurun haklarının korunmasına yönelik tedbirlerin, “cinsel yönelim” ve “toplumsal cinsiyet kimliği” ne olursa olsun ayrımcılık gözetilmeden alınmasını garanti eden ilk uluslararası sözleşme, İstanbul Sözleşmesidir.

Sözleşmede “kadına yönelik şiddet”, ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara yönelik fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik, acı ve ıstırap veren veya verebilecek olan, cinsiyete dayalı her türlü eylem veya bu eylemlerle tehdit etme, zorlama, keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma olarak tanımlanmıştır. Aile içi şiddet ise aile içinde veya hanede veya mağdur faille aynı evi paylaşsa da paylaşmasa da eski veya şimdiki eşler veya partnerler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet eylemi olarak tanımlanmıştır.

 

Kaynak : Vikipedi

Özgecan, Şule, Ceren,Emine, daha adını sayamayacağımız bir çok kadın ve şimdi de Pınar…  Haziran ayı içerisinde öldürülen 27.kadın…Yarın belki sen, annen, kız kardeşin, kız arkadaşın, o çok sevdiğin komşun ve daha tanımadığın pek çoğu. Ardı arkası kesilmeyen bir furya olup çıkan, adeta toplumun yüz karası, yakamıza yapışan bir musibet silsilesi. Hepimizin adını ezberlediği, utanç vesikası “Kadın Cinayetleri”

Bir iki tanesi hariç çoğunlukla katille olan bağ gönül ilişkilerine dayanıyor.  Toplumda “yanlış erkeği seçmek” diye bir sebep üremiş durumda. Kim bilebilir ki seçtiği kişinin yarın katiline dönüşeceğini? Hepimiz güzel umutlar ve güzel heyecanlarla başlamıyor muyuz ilişkilerimize? Hepimiz o hayatımızdaki kişiyi yere göğe sığdırmıyor muyuz, savunmuyor muyuz ele güne karşı sürekli? Ana sorun; erkek arkadaşın yanlış seçimi değil, erkek çocuğun yanlış yetiştirilmesi. Önce toplum olarak bunu anlama, kabullenme ve etrafa kabullendirme zamanı.

Öteden beri sergilenen davranışların ve karakterin çocukluğa ve hatta bebekliğe dayandığını sıkça duyarız. Çocukluğun yanı sıra bugün de içinde bulunulan şartlar, yetişilen aile, yetişilen toplum, arkadaş ortamları, erkek egemen gelenekler, cinsiyetçi yaklaşımlar, cinsiyetçi kariyer imkanları dahil olmak üzere daha sayamadığımız pek çok neden inceden inceye erkeklere bu manasız güç(!) hissiyatını aşılıyor.  Ailelerin erkek çocuklarını gözünde bu denli yüceltmesi, “erkektir yapar” zihniyeti, en modern ve en eğitimli gözüken ebeveynlerde bile erkek çocuklarına müsamaha gösterme oranının yüksekliği, erkek çocuğunun kendini dünyanın merkezi sanması tüm bunlar geleceğin şiddet eğilimli bireylerine zemin hazırlamakta ne kadar da usta işbirlikçiler.

Çocukların yetişirken demokratik, iyi birer eş ve kadınına değer veren bir erkek olması çok mu zor peki?  Örnek alınan uyumlu, saygının ve iletişimin eksik olmadığı bir aile,  annesine veya kız kardeşine evde verilen söz hakkı, kendini ispatlamanın ses yükseltme, aşağılama veya iğneleme olmadığının empoze edildiği bir yetişme ortamı lazım bu toplumun erkek çocuklarına. Ancak o zaman bir şeylerin düzelmesine umut besleyeceğiz.

Tıpkı Sait Faik’in dediği gibi : “Dünyayı güzellik kurtaracak ve bir insanı sevmekle başlayacak her şey”